ANTİK YUNAN DÜNYASINA GENEL BİR BAKIŞ
Ünite ile ilgili bilgi:
Mitosların ve Yunan mitoslarının genel
özellikleri, Homeros-Hesiodik ve, Dionysosçu-Orpeusçu evren
düzeni, Antik Yunan'da site, yasa düzeni ile tarih yazıcılığı ve
tragedyalar hakkında bilgiler verilmektedir.
Ara sınav
Final-Bütünleme
6
2
MİTOSLARIN VE YUNAN MİTOSUNUN GENEL ÖZELLİKLERİ
Antik Yunan'da evrenin görünür karmaşasının ardında bir düzen arama uğraşıyla
doğan felsefe, bunu "kendini bil" sözünde anlamını bulan bir ahlaki hükümlülükle
pekiştiriyordu. Ancak karmaşanın ardında düzen arama çabası, felsefe
öncesi Yunan mitoslarında da yer bulmuştur. Mitoslardaki bazı kavramlar
felsefeye de girmiştir.
Mitoslar, evren düzenini doğaüstü güçlere sahip tanrısal veya yarı tanrısal
kahramanlar aracılığıyla açıklamaya çalışan efsanevi anlatılardır. Düşünce tarihinin
ilk evren anlayışları mitoslarda üretilmiş ve Antik Yunan (Eski Yunan) dönemi
felsefesinin şekillenişinde önemli etkilerde bulunmuştur. Felsefe ilk ortaya
çıktığında mitoslardaki doğaüstü öykülerle yüklü evrenin ilk düzen fikirleriyle
hesaplaşmıştır.
Bu süreç içerisinde insan aklının düzenli işleyişi, doğayı da düzenlemeli/sınıflandırmalı
bir formda algılama çabasını doğurmuş, önce mitoslarla sonra da
felsefenin çeşitli konularıyla buna yönelik çabalar oluşmuştur. İlk mitoslar evrenin
belirsizliğinin ardında bir düzen arama çabasından ve kendisinden daha
güçlü olana duyulan korkudan doğanın bir güç tarafından kontrol edildiği bir
açıklama biçimine götürmüştür. Dolayısıyla mitos temelli düzen anlayışı tanrısallık/
kutsallık taşır.
Mitos çağı insanının temel özelliği dış dünya ile kendisi arasına ya da dil ile
nesne arasına kesin bir ayırım koymamış olmasıdır. Yani epistemolojik açıdan
"gerçek olan" ile "düşüncede olan" arasında bir ayrım konulmamış, ontolojik
açıdan ise tüm varlıklar birbirine bağlı organik bir bütün içinde algılanmıştır.
(Epistemoloji, bilgiyi konu edinen felsefenin alt disiplinidir; Yunanca'da bilgi anlamına
gelen episteme sözcüğünden gelir. Ontoloji ise varlığı konu edinir; varlık
anlamına gelen ontos sözcüğünden gelir)
Yunan mitos diğer mitoslardan öz itibariyle aynı olsa da sözlü bir kültürde
gelişmiş olmasından dolayı yazılı dini metinler içeren Mısır ve Mezopotamya'daki
mitoslardan ayrılır. Bundan dolayı da yeni mitosların üretilmesine imkan
sağlayan dinamik, öykülemeci bir anlayışın oluşmasına ve böylece felsefenin
de kendi düzen anlayışını oluşturmasına tarihsel ve zihinsel bir zemin hazırlıyordu.
Yunanlıların bilinen ilk ve en büyük mitos yapıcıları olan Homeros ve Hesiodos'un
eserleri her ne kadar yazıya dökülmüş ise de ancak M.Ö. 4. yüzyıla
kadar sözlü kültür daima yazının önünde yer almıştır, bu öykülemeci dinamik
anlayış içerisinde Yunan mitosu iki görünüm kazanmıştır. Bunlardan birincisi
Homeros ve Hesiodos'un eserlerde karşılığını bulan Olimposcu düzendir. Yunan
toplumunun geleneksel inanışını yansıtan bu düzende evren düzeninin
Olimpos tanrılarına başvurarak açıklamaya çalışır. Diğeri ise M.Ö. 6.yüzyıldan
sonra yaygınlaşmaya başlayan ve esas olarak Doğu uygarlıklarından Yunan
toplumuna geçtiği düşünülen gizem öğretileridir.
HOMEROS VE HESİODOS
İkisinin de mitos yapıcısı olduğu Antik Yunan'da, Homeros'un M.Ö. 9.-
8.yüzyıllar arasında, Hesiodos'un ise M.Ö. 8.-7.yüzyıllar arasında yaşadığı sanılmaktadır.
Her ikisinin eserleri de geleneksel Yunan evren anlayışını taşır ve
uzun yıllar sitenin (polis) resmi inanışı olarak benimsenmiştir. Homeros, İlyada
ve Odysseia adlı destanlarında soylu/savaşçı değerlere dayalı bir toplum resmetmiştir.
Ruhu bedenden ayrı değil, onun bir parçası olarak gören Homeros,
ölümü istenir bir durum olarak görmediği için öteki dünyacı değil, bu dünyacı bir
evren düşüncesini yansıtmıştır. Bu evren düzeninde insan, payına düşen dünyevi
rolü yerine getirmesi, kendi iradesi dışındaki kozmik düzen ve Moira denilen
kör yazgıya boyun eğmek ile yükümlü kılınmıştır. Moria sözcüğü hem evren
düzenindeki belirsiz güce hem de kadere göndermede bulunmaktadır. Sonraları
Yunan felsefesinin en temel kavramlarından biri haline gelen olan "iyi" (agathos)
sözcüğü bu açıdan önem taşır. Evren, soy esaslı toplum düzeninin ya da
toprakların soylular tarafından pay ediliş şekli olan kur'anın kozmik bir yansıması
olarak görülmüştür.
Homeros'un tanrıları insana karşı zaman zaman hilekar, acımasız ve kıskançtır.
Ancak Homeros'un eserlerinin arka planında evrenin belli bir düzeni olduğu
ve insanın bu düzene uygun yaşaması fikri yatmaktadır. Felsefedeki düzen
arayışları da bu Homerik evren anlayışını daha akli, adil ve ahlaki yöne dönüştürme
çabası taşımıştır.
Yunan toplumunun soy esaslı Homerik düzenin zayıflaması, çiftçi ve tüccar
sınıfın güçlenmesi ile dönüşen yeni toplumsal süreçte yaşamış olan Hesiodos
ise bu dönüşümün yansımasını taşıyan bir evren düzenini resmetmiştir. Değerlerde
de dönüşümün gerçekleştiği bu süreçte artık soy esaslı değerler yerine
alın terini, emeği ve çalışmayı yücelten yeni değerler almış ve çeşitli sınıfların
mücadele ve hak arayışlarının bir yansıması olan adaletin de ön plana çıkmasini
beraberinde getirmiştir. Hesiodos, bu değerleri "çatışma", "çalışma", "mücadele"
anlamına gelen ve toprağa bağlılığı ifade eden eriş sözcüğü ile anlatmıştır.
Savaşçı soylu değerleri taşıyan kötü eriş eleştirilir, köylünün, işçinin alın
terini ifade eden iyi eriş yüceltilir.
Hesiodos, evrendeki tüm varlıkların Kaostan türediklerini söylemesi, kozmos
düzenine ilişkin ilk nedensel açıklamaları yapması, evrenin bir ortak kökenden
yola çıkarak açıklanması yolundaki ilk önemli adımdır. Yıllar sonra ilk filozoflar
da varlığın kökeni nedir şeklinde sorular soracaklardır. Evrende varlıkların
bir köken düşüncesinden doğduğuna yönelik açıklama, varlıkların önceliksonralık
şeklinde, yani var oluş sıralamasına göre bir algılayışı da beraberinde
getirmiştir.
Hesiodos'un Kaos'tan çıkan tanrılar olan Gaia'yı toprakla, Uranos'u ateşle,
Pontos'u suyla, Nyx'i havayla ilişkilendirerek evrendeki her varlığın belli bir elementten
türediğini ilk kez öne sürmesiyle, Empedokles ve Aristoteles başta olmak
üzere pek çok düşünürün de bundan etkilenmesine yol açmıştır. Benzer
şekilde Eros'u da tanrıların birleşmelerini sağlayan kozmik bir güç olarak betimlemesi,
sonraki doğa filozoflarının "tek doğa ilkesi" fikrine ilham kaynağı olmuştur.
Homeros'taki insanlara karşı ilgisiz, kıskanç, zalim tanrıların yerine Hesiodos'un
mitoslarında baş tanrı Zeus ağırlık kazanmış, Moira düşüncesi zayıflamış,
akıl, adalet, yasa ve barış gibi kavramlarla ilişkili olarak ön plana çıkmıştır.
Yunan mitosunda Zeus ve Dike'nin (adalet tanrıçası) giderek ağırlık kazanması,
felsefenin doğuşundan önce, mitosun kendi içinde de, daha akli ve adil bir
düzene yönelik arayışın bulunduğunu göstermektedir. Hesiodos ayrıca ideal
toplum olarak ilk insanlar olan Altın Soylular çağını işaret etmiş ve insanları
adalete çağırırken aslında köklerine dönmeyi, diğer kozmik unsularda olduğu
gibi insanın anlamının ve değerinin yine köklerinde yattığını savunmuştur.
DİONYSOS-ORPHEUS GİZEM ÖĞRETİLERİ
Doğu uygarlıklardan geçtiği düşünülen Dionysosçu-Orpheusçu gizem öğretileri
M.Ö. 6,yüzyıldan itibaren, Antik Yunan'da özellikle köleler, yabacılar, kadınlar
gibi toplumdan dışlanmış kimseler arasında güç kazanan, temelde ruhun
ölümsüzlüğünü, ruh göçünü (reenkamasyon), ölüm ötesi yaşam öğretilerini-
(Homerik-Hesiodik evren anlayışının tersine) öteki dünyacılığı savunan bir yapıya
sahiptir.
Gizemcilerin mitosuna göre insan kökeninde Tanrı Dionysos bebekken, bedeni
Titanlarca parçalanmış, buna karşılık Zeus şimşekleriyle Titanları cezalandırmış,
Dionysos ve Titanların küllerinden insan ırkı doğmuştur. Bundan dolayı
insan, hem Titanlardan kaynaklanan kötü bir yana, hem de Dionysos'tan kaynaklanan
iyi bir yana sahiptir. Orpheusçuluk, ruhun Titanik unsurlardan arındırılmasına
yönelik bir hayat tarzı önerir. Zira ruh, bedende tutsaktır, kurtulması
için de başta diyet olmak üzere ahlaki bir yaşam tarzı şart koşulur. Gizemciler
toplumdan dışlananlarda dayanır ve bundan dolayı da kurtuluşu ölümden sonraki
hayatta ararlar. Ruh göçü ile (reenkarnasyon) ruhun üç döngü ile tekrardan
yeni bir bedende var olacağına inanırlar. Bu düşüncelerden dolayı Homerik-Hesiodik
düzen anlayışından belirgin şekilde ayrılmışlardır. Gizemcilerin öğretileri,
başta Pythagorasçılar ve Platon olmak üzere Yunan filozoflarının bir kısmını
derinden etkilemiştir.
ANTİK YUNAN'DA SİTE (POLİS) VE YASA DÜZENİNİN GELİŞİMİ
Antik Yunan farklı sınıflardan meydana geliyordu. Zaman içerisinde tüccar,
işçi, köylü ve farklı ticaret sınıfları gelişim gösterdikçe, bu farklı sosyal sınıfların
hak talepleri ve mücadeleleri de artıyordu. Bu durum Yunan demokrasisinin temelini
ve yasa düşüncesinin gerekçesini, çatışan bu sınıfları uzlaştırma çabasını
beraberinde getiriyordu. Farklı sosyal sınıfların bir arada bulunmasının güvenliğini
sağlamak, soy temelli demos ya da deme yerleşimlerini, yani siteleri
(polis) de dönüşüme zorluyordu. Ölümlü insanın, her şeyin sonsuz bir dönüşüm
içinde olduğu kozmosta ölümsüz olana katılabilmesi ancak polis üretimle mümkün
sayılıyordu. Böylece özel alan ile kamusal alan arasındaki ayırım kalkmış
oldu ve güç kullanımının da şeklini değiştirerek, kaba kuvvetin yerine söz sanatının
almasına yol açıyordu. Meclislerde, mahkemelerde, spor müsabakalarında,
kamusal alanın her alanındaki sosyal sınıfların mücadelesi, evrendeki zıt
güçler arasındaki kozmik mücadelenin sosyal yansımasını taşıyordu. Ancak
Antik Yunan'da evren ve toplum düzeninde zıt güçler, daima uyum (harmonia)
ve sevgi (eros) gibi birleştirici ilkeler çerçevesinde düşünülmekteydi. Sitedeki
bu çatışmacı düzen, tüm evrende çatışmanın hüküm sürdüğünü düşünen Herakleitos
gibi sonraki düşünürlere de esin kaynağı oluşturuyordu.
Zıt güçler arasındaki güç mücadelesinde her sosyal sınıfın pay istemesine,
hak talep etmesine göndermede bulunan nomos'un, yani yasanın, yasa yapıcılık
faaliyetlerinin gelişimine zemin hazırlıyordu. Nomos köken olarak dağıtmak,
sınırlara ayırmak, paylara bölmek, her şeyi paylara bölmek anlamına gelmektedir.
Nomos, gücü ve adaleti birleştirse de öz itibariyle gücü adaletin teminatı
olarak kullanıyordu. M.Ö. 7.-6.yüzyıllardaki bu gelişimde Drakon, Solon (toplumun
soya göre değil, servete göre bölümlemede etkili olmuştur) ve Kleistenes,
Yunanlıların eski, geleneksel esaslı düzenini (thesmoi) aşamalı olarak bir yazılı
yasa olan nomoi düzenine dönüştürüyorlardı. Yasa yapıcılar (nomothetes)
tanrıların yeryüzündeki temsilcileri olmak iddiasıyla (Dike'nin/Adaletin), Yunan
kamu yaşamının temel yapı taşlarını meydana getirdiler. Site ve yasa düzeni,
sonraki filozofların başlıca sorun ve ilgi alanlarından birini oluşturacaktır.
YUNAN TARİH YAZICILARI
Yunan toplumunun farklılaşan sınıfsal ortamı ve mücadelesi ve bunun adalet
arayışının bir sonucu olarak söz (logos) sanatı yazılı hale dönüşmeye başlamıştır,
ilk düz yazı metinleri de genellikle tarih kitapları olmuştur. İlk tarih yazıcılar,
mitoslarla yüklü bir kültürde yaşadıkları için başlıca malzemeleri de mitoslar
olmuştur. Ancak bunları çeşitli şekillerde ayıklamışlardır. İlk büyük tarih
yazıcılarından biri olan Herodotos (M.Ö.5.yüzyıl) yaptığı akli eleştiriler ile bu
ayıklamada mitosları inandırıcılıklarına göre, Thukydides (M.Ö.5-4.yüzyıl) ise
gerçeğe yakınlıklarına göre ayıklamıştır. Batı dillerinde tarih sözcüğüne karşılık
gelen historia sözcüğü, Yunanca'da tanıklık etmek, soruşturmak, öğrenmeye
çalışmak anlamında kullanılıyordu. Bu özelliği, tarih yazıcılığının akılcı eleştirilerin
etkisinde kalmasından alıyordu. Tarih yazıcılığının babası sayılan Herodotos'un
eserlerine yansıtmış olduğu gözlemler kendisinden sonraki filozofları da
etkilemiştir. Yine Thukydides de tarih olaylarında insan aklının ve iradesinin (ki
bunu insanın amacına ilişkin yaşama arzusu, çıkar ya da yarara göre açıklar)
egemen olduğunu belirterek Yunan dünyasında akılcı eleştirilerin öncülüğünü
yapmıştır. Mitosun zamanla tanrılara ve evren güçlerine ilişkin doğaüstü öyküler
toplamı olmaktan çıkıp tarihsel anlatıya dönüşmesinde ve daha akli bir içeriğe
kavuşturulmasında bu ayıklama çabaları etkili olmuştur.
YUNAN TRAGEDYASI
M.Ö.6. yüzyıldan sonra toplumdan dışlanan kesim içinde giderek yükselen
Dionysos uygulamaları, site yöneticilerini bu gizemli düzeni resmileştirmesine
yol açmıştı. Aiskhylos, Sophokles ve Euripedes, Dionysos şenlikleri kapsamında
eserleri ilk sahnelenen tragedya temsilcileri olmuşlardır. Yunan insanının akli,
ahlaki ve kader sorunları içindeki mitoslarını tragedya yeniden yorumlayarak
Homerik-Hesiodik düzen anlayışına (Olimposçu/Moira düzenine), kaderin belirsiz
ve acımasız işlerine karşılık bir eleştiri olarak ortaya çıktı. Temelini Doğu uygarlıkların
gizemli ve ruhun ölümsüzlüğü inancından alan öğretiler tragedya sanatında
insan ruhunun iç dinamiklerini sorgulayarak Orphik-Pythagorasçı ruh
anlayışının keskinleşmesini doğurmuştur.
Bu sanatın ilk önemli isimlerinden Aiskhylos'un eserlerinde, insanın kader
karşısındaki acizliği/çaresizliği vurgulanmış, çatışan sosyal sınıflar arasında uzlaşmayı
öne çıkarmış, kader (maira) ve tanrısal adalet (Dike) kavramları uzlaştırılarak
uyum ve düzen gereksinimi ön plana çıkmıştır. Evren düzeninde güç ile
aklın uzlaşısı özlenmiştir. Eserlerinde kuşkudan çok inanç hakimdir. Bir ahlak
ve düzen sorunu işlenir ve genellikle, eserin sonunda bir uzlaşmaya varılır. Bu,
aynı zamanda Yunan toplumunda zıt güçlerin site demokrasisi içinde uzlaşma
arayışının da kozmik bir yansıması olmuştur.
Sophokles'in (M.Ö.496-406) eserlerinde ise farklı düzen anlayışları arasındaki
çatışmalar ve insanın kaderle olan mücadelesi ön plana çıkar. Evrende hüküm
süren tanrısal yasalarla sitede hüküm süren insani yasalar arasındaki çelişkiler
vurgulanır. Evrendeki kör kader, genelde tragedyanın kaynağı olarak
gösterilir. Sophokles, Sofistlerin ağırlığını hissettirdiği bir dönemde akla yönelik
aşın güveni, ölçüsüzlüğü de eleştirmiş ve uzlaşmanın önemini yüceltmiştir.
Euripedes'in (M.Ö.480-406) eserlerinde ise insan ön plana çıkmıştır. Onunla
birlikte tragedya sanatı insanileşmiş, olay örgüleri mitik olmaktan çıkıp toplumsallaşmıştır.
Sophokles'in eserlerinde insanın kaderi tanrıların elindedir
ama Euripedes'te insan ruhunun kendisi başlıca bir trajedi kaynağı olarak görülmüş
ve bu durum düzen anlayışına da yansımıştır. Tragedya kahramanlarının
önemli bir kaynağını da kendi ruhlarındaki çatışmalar oluşturur, insanın tutkularıyla
aklı arasındaki çatışmalar, trajedinin başlıca konusu olmuştur. Tragedya
sanatının özünde, insanın sosyal ve bireysel yaşamına ilişkin istekleriyle evren
düzeni arasındaki derin çelişki yatmaktadır. Evren, Yunan filozoflarınca giderek
daha ahlaki, akli ve adil bir planda ele alındıkça tragedya sanatı etkisini
yitirmeye başlamıştır.
ÜNİTE 2
FELSEFENİN ORTAYA ÇİKİSİ VE İLK
FİLOZOFLAR
Ünite ile ilgili bilgi:
Antik Yunan dünyasında felsefenin ortaya çıkmasını
sağlayan koşullar ile felsefenin düşünce tarihine getirdiği yenilikler,
özgünlükleri ve felsefe tarihi içinde önemli yer tutan Milet
Okulu düşünürlerinin görüşleri hakkındaki bilgilerin öğrenilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
FELSEFENİN ORTAYA ÇIKMASINI SAĞLAYAN KOŞULLAR
Felsefenin ortaya çıkış süreci Yunan mitosunun gelişim sürecindedir. Yunan
mitoslarında çok tanrılı düzenin baş tanrısı Zeus'un giderek önem kazanması
akıl, bilgelikle, adaletle ve yasayla ilişkili hale gelmesi ve Yunan mitosunun giderek
kendi içinde bir düzen arayışı içinde olması felsefenin ortaya çıkışında etkili
olmuştur. Ancak felsefe mitosların ortaya koyduğu evren anlayışı ile hesaplaşma
zamanla giderek ağırlık kazanmıştır. Mitosların Yunan dünyasında diğer
kimi dinlerdeki gibi kesin buyruklar içermemeleri kısmi bir özgürlük ortamı da
sunmuştur ve felsefe bu geleneksel inanışlara yönelik kuşku ve sorgulama akla
dayalı bir evren anlayışını da beraberinde getirmiştir. Felsefenin oraya çıkışında
etkili olan olgular şunlardır:
- Eski mitosların ahlaki bir içerikle donatılmasına, kaderin (moira) belirsiz
işlerince yönlendirilen eski kaos düzeninin akli temellere oturtulmasına
ve geleneksel mitosların yeni sosyal-siyasi gereksinimlerle uyumlu hale
getirilmesine duyulan ihtiyaç (bu aynı zamanda Aristoteles'in de Antik
Yunanda felsefenin gelişimi için sunmuş olduğu gerekçedir),
- Ticaretle zenginleşen Yunan sitelerinin, insanların felsefi meselelerle ilgilenmelerini
sağlayan gerekli imkan ve zamanı sunması ve diğer uygarlıklara
karşı ilgi ve hoşgörünün özellikle Doğu uygarlıklarının Yunan düşünürleri
üzerinde etkide bulunması,
- Sitede yasa fikrinin gelişmesi ve evren yasalarına ilişkin araştırmaları
olumlu yönde etkilemesi (ilk filozoflar, evreni ve düzenini daima bir yasa
veya ilke çerçevesinde açıklamaya çalışmışlardır),
- Sitede farklı sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve bunun sağladığı demokratik
ortam.
FELSEFE DÜŞÜNCESİNİN OZGUNLUGU
Felsefenin sağladığı yenilikler:
- Evren düzeninin dayandığı yasa ve ilkelerin insan aklı tarafından kavranabilecek
yapıda olduğunu kabul etmesi (her ne kadar tanrısallığı savunanlar
olmuş olsa da doğa yine de doğanın yasaları ile açıklanmaya çalışılmıştır),
- İlk filozoflar, evrende görünen bütün şeylerin ortak bir başlangıca, köke
dayandığını düşünmekteydiler. Kullanılan "arkhe" sözcüğü de başlangıç
ve ilk anlamında düşünülerek kullanılmıştır, ilk filozoflar daha çok doğanın
öz yapısıyla ilgilendiklerinden dolayı doğa araştırmacısı (physiko)
olarak anılmışlardır. "Physis" belli bir şeyin kendisinden yapıldığı öz
madde anlamında kullanılarak arkhe araştırmalarında physis denen yapının
özü bulmaya çalışılmıştır. Bilgelik sevgisi anlamına gelecek olan
(philo-sophia) felsefe sözcüğü ise daha sonra (muhtemelen Pythagorasçılar
tarafından) kullanılacaktır. Felsefeyi, doğaya yönelik ilk açıklamalardan
ayıran özellikleri ise şunlardır:
• Doğayı kendisinde bulunan ilkeler ile açıklama çabasında olduğu için içsel
ya da özseldir.
• Tüm doğal olguları aynı yöntemlerle incelemesinden dolayı sistematiktir.
• Pek az terim ve işlemle pek çok şeyi açıklamaya çalıştığı için ekonomiktir.
- Nihayetinde felsefe "ilke"ye dayalı düşünmeyi ortaya çıkarmıştır. Evrendeki
tüm olgular tek ilkeyle açıklanmaya çalışılmış, ilkenin geçerliliği ve
gücü tüm olguları açıklayabilme potansiyeline göre değişmiştir.
- Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi ilk filozoflar her şeyi bir köke
dayalı açıklarken, kökeni yani arkheye ruhsallık, aklilik, tanrısallık da
yüklemişlerdir. Her ne kadar maddeci gibi görünseler de arkheye canlılık
vasfı da yüklediklerinden dolayı canlı-maddeci (hylozoist) olarak nitelendirilmişlerdir.
- İlk filozoflar sadece ilk kökeni değil, evrendeki hareket ve oluşu da gündemlerine
almışlardır.
MİLET OKULU DÜŞÜNÜRLERİ
Thales (M.Ö.624-546)
- Yunanlıların ahlak anlayışlarının şekillenmesinde önemli katkıları olan
bilge isimlere verilen yedi Bilge'den biridir (diğerleri: Kleobulos, Solon,
Khilon, Pittakos, Bia ve Periandros).
- Düşünce tarihinin ilk filozofu olarak bilinir. Geometriden astronomiye kadar
ilk filozofların taşımış olduğu çok yönlülüğü barındırır.
- Diğer filozoflarda da olduğu gibi kendi döneminin dünyasından, toplumsal
ve zihinsel yapıdan etkilenmiştir.
- Mitoslar yerine doğayı bizzat gözlemleyerek, doğanın kökenine inerek
açıklama yapmasından dolayı düşünce dünyasında da ilk olmuştur.
- Evrendeki tüm şeylerin sudan meydana geldiğini düşünmüş ve suyu
arkhe olarak belirlemiştir. Böylece evrendeki çokluğu tek bir kökene indirgemesi
bakımından da ilktir.
- Hylozoist bir tavırla maddeye (suya) canlılık, ruh atfetmiş ve bundan dolayı
da mitoslardan daha rasyonel bir tanrısallık ortaya atmıştır. Kimi yorumcular
tarafından Thales, bu özelliğinden ötürü, doğadaki canlı cansız
her şeyde bir tür tanrısallık bulan ve kabile esasına dayalı ilkel toplumların
bir özelliği olan animizmin son temsilcisi sayılmıştır.
Anaksimandros (M.Ö.611-549)
- Evrendeki tüm şeylerin kökeni (arkhe) olarak "apeiron" dediği ve nicelik
bakımından sınırsız/sonsuz, nitelik bakımından belirsiz bir yapıyı dile
getirmiş ve her şeyin ondan gelip ona döneceğini savunmuştur.
- Apeiron, sadece bir ilke olarak değil, aynı zamanda evrende hüküm süren
zıtlar arası mücadelenin de genel yasası olarak görülmüştür. Bundan
dolayı Anaksimandros evrende tek bir yasanın geçerli olduğunu dile
getirmesi bakımından da ilktir. Ancak bu yasa bir nevi mitoslardaki kader
(moira) düşüncesine de denk gelmektedir. Diğer taraftan apeironda
içkin olan yasa, zıtlar arasındaki ilişkiyi düzenler ve bu yasa zorunlu olduğu
kadar ahlaki nitelik de taşır. Zira zıt unsurların birbirlerinin yerini alması
haksızlık olarak görülmüştür.
- Arkhe sorununu bambaşka bir boyuta taşıyarak metafizik bir soyutlama
çerçevesinde ele aldığından dolayı düşünce tarihinde devamı gelmeyen
bir sıçrama olarak kabul edilmiştir. Hemen ardından gelen Anaksimenes
de tıpkı Thales gibi maddi bir unsur (hava) ortaya atarak bu soyutlamanın
gerisine düşmüştür.
- Evren düzenine ilişkin görüşlerinde "kozmos" sözcüğünün bütünlüklü bir
görünümü şeklinde ilk kullanan filozof olmuştur.
Anaksimenes (M.0.585-528)
- Milet Okulu'nun üçüncü ve son temsilcidir. Aperion gibi belirsiz bir yapının
evrendeki maddi çokluğu açıklamada güçlükler yarattığını düşünmüş
ve bunun yerine Thales'teki gibi somut bir arhke ortaya atmıştır (hava).
Ancak apeiron düşüncesindeki sınırsız ve sonsuz fikrinden de etkilenmiştir.
Arkhe olarak belirlediği havayı, hem maddi ve belirli bir yapı
hem de tanrısal nitelik taşıyan sınırsız/sonsuz bir yapı olarak görmüştür.
- Antik Yunan'da arkheden sonraki önemli sorun olan oluşa yönelik "nasıl?"
sorusunu havanın seyrekleşme/genleşme ve yoğunlaşma/büzülme
gibi hareketleri vasıtasıyla açıklamaya çalışmasından ötürü de diğerlerinden
ayrılmaktadır. Böylece diğer şeylerin, çokluğun nasıl teklikten
meydana geldiğini ilk kez açıklamaya çalışan filozof olmuştur. Buna göre
hava genleştikçe ateşe, yoğunlaştıkça da toprağa ve suya dönüşmektedir.
Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, sonraki Yunan düşünürlerinin büyük
bir kısmının gündemini meşgul edecek olan arkhe ve oluş sorununu ilk kez
ortaya koymuş ve bu sorunlara ilk cevaplar ortaya atmış olmaları bakımından
son derece önemlidirler. Milet düşünürleri sadece felsefe ile değil, matematik,
astronomi, coğrafya, dünyanın evrendeki konumu, canlıların kökeni gibi çok çeşitli
alanlarda da görüşler ortaya atmışlardır. Sözgelimi Thales kendi adıyla anılan
bir geometri teoremine imza atmış, Anaksimandros bilinen ilk dünya haritasını
çizmiş; başlangıçta tüm canlıların suda yaşadıklarını, oradan karaya çıktığını
söyleyerek evrim düşüncesinin atası olmuştur.
ÜNİTE 3
PYTHAGORASÇILIK, HERAKLEİTOS VE
PARMENİDES
Ünite ile ilgili bilgi:
Pythagorasçıların, Herakletios'un
ve Parmenides'in temel felsefi görüşlerinin
öğrenilmesi ve açıklanabilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 |
2
PYTHAGORASÇILIK
Felsefe tarihinin ilk filozoflarını yetiştiren İyonya'nın özellikle Pers tehlikesiyle
yüz yüze kalması, buradaki insanların daha güvenli olan Güney italya'ya
(Elea) göç etmesi ve bu bölgede Dionysos-Orpheus gizem öğretilerinin yaygın
olması Yunan dünyasındaki felsefenin gelişimini de etkilemiştir. Bu gizemci öğretilerin
etkisinde kalan filozoflardan biri de M.Ö. 590/70 dolaylarında doğmuş
olan Pythagoras'tır.
Pythagoras, her ne kadar ardında yazılı bir eser bırakmamış olsa da öğrencileri
vasıtasıyla görüşleri bugüne ulaştığı için Pythagorasçılar olarak anılan bir
felsefeye vesile olmuştur. Pythagorasçılar geleneksel Homerik-Hesiodik mitoslar
ile Milet Okulu'nun cevap veremediği bazı inanç soruları üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Bunda Pythagoras'ın (sadece filozof değildi) gerek Milet felsefesinden
gerekse Orphik gizem öğretilerden yarı-dini, yarı felsefi bir inanç tarikatı
kurmasının da payı büyüktür. Ancak Pythagorasçılar Orpheusçuluğun gizemli
öğelerini mitos aracılığıyla değil, yeni bir dil ve söylem içerisinde felsefenin bilgelik
esası üzerine inşa ettiler (bilgeliği mitoslara göre değil, bilgide ve ahlakta
yetkinleşmede gördüler). Dilin düzeni ile hakikatin düzeni arasındaki uyum sorununu
da ilk kez bunlar gündeme getirmiş oldular. Pythagorasçıların diğer
özellikleri şöyle özetlenebilir:
- Evren anlayışı birbirleriyle ilişkili iki yargıya dayanır: (a) Evren (kosmos),
sayılara dayalıdır ve sayılar her şeydir, (b) Evren, uyumludur (harmonia).
Böylelikle matematiği de ayrı bir uğraş alanı haline dönüştürmüşlerdir.
Matematikteki başarıları, onları sayıların mükemmeliyeti fikrine götürmüştür.
Birbirinden farklı ve ilişkisiz gibi görünen pek çok olguyu sayılarla
açıklamaya çalışmışlardır. Müzikteki notalardan göz cisimlerin hareket
biçimlerine kadar her şeye sayısal bir açıklama getirmişlerdir.
- Duyu verilerine dayalı görünür evrenin ardında akılla kavranabilen sayısal
bir hakikat aramışlardır. Bu savunularından ötürü kendilerinden sonrakileri
de etkilemişlerdir.
- Harmonia adını verdikleri uyum, esasında sayısal uyuma bir göndermedir.
Ancak soyut bir sayısal yapının somut dünyayı nasıl şekillendirdiği
sorusunda ise evrende maddi yapıyı da kabul etmişlerdir. Bu yapı Anaksimenes'ten
de etkilendiklerini gösteren evrende kosmosu da aşıp genişleyen
sınırsız bir nefes ve soluktur (pneuma). Diğer unsur olan sayı
bu sınırsız, sonsuz yapıya düzen verendir. Böylece evren, iki unsurun bir
araya gelmesi ile varlık kazanır.
- Sayıları arkhe olarak kabul edip etmedikleri tartışmalardır. Ancak tüm cisimlerin
uzayda nokta ya da birimlerden oluştu fikri ve bazılarının evrendeki
tüm varlıklara sayı yüklenebileceği, hatta adaletin, canlılığın da
farklı sayılarla temsil edilebileceği düşüncesi kimi zaman keyfilik şeklinde
de yorumlanabilmiştir.
- Bütün evren zıtlar arasındaki uyumdan meydana gelir (Anaksimandros'tan
etkilendiklerini gösterir). En büyük zıtlık ilişkisi ise "sınırlı" ile "sınırsız"
arasında kabul edilir. Sınırlı sayılarla sınırsız pneuma (madde)
birleşerek görünür dünyayı meydana getirir. Pythagorasçılarda uyum,
haksızlıkların bir bedeli değil, zıt unsurların birbirleri içinde erimeleri anlayışına
dayanır. Adaletin, uyumun oluşması "ortalama" dedikleri pozisyonda
ararlar ve bu açıdan da Anaksimandros'tan ayrılırlar.
- Evren düzeninde zıtlar arasındaki ilişki, toplumsal ilişkilere de transfer
edilmiştir. Zıtların ortalamada erimesi Yunan dünyasındaki orta sınıfın
yükselmesi ile de ilişkilidir.
- Bazı pratik yaşam uygulamaları ile Yunan dünyasına yenilikler getirmişlerdir.
Pythagoras'm hem filozof hem de yarı dini inanç önderi olması ve
bu inancın temel amacını ruhların terbiye edilmesi, maddi unsurlardan
ruhları arındırıp yüceltmekti. Ruhun erginmesi adını verdikleri bu süreç,
perhizden müzik ve tıpa kadar geniş bir alanda sıkı bir eğitim müfredatına
dayanıyordu (dağılan Dionysos'un ruhunu bu ayinlerle yeniden birleştirmek).
- Pythagorasçılar felsefi hakikatlerden yarı-dini bir yaşam bilgeliği meydana
getirmekte yararlanmış ve evren düzenine ilişkin hakikatleri bir yaşam
bilgeliğine dayanak kılmışlardır.
- Pythagoras, cisimleşen bir grup ruhu (daemon) anlayışı geliştirmiş, grup
üyelerinin bu grup ruhuna katılarak birliğin meydana geleceğini savunmuştur.
Bütün insanları aynı bütünün parçaları olduğu fikrini doğurduğu
ve evrensel kardeşlik düşüncesini pekiştirdiği için önemlidir.
- Muhtemelen Doğu kaynaklı ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü (reenkarnasyon)
öğretisini Yunan dünyasında ilk dile getirenler olmuşlardır.
Pythagorasçılar ölümlü bedene karşılık, ruhun ölümsüz olduğunu, ölümden
sonra başka bir bedende yeniden hayat bulacağını, bu yeni hayatın
mevcut hayat sürecinde yapılan iyiliklere ve kötülüklere göre belirleneceğini
savunarak öte-dünyacı bir yaşam düzeni önermekteydiler.
- Felsefe ve dinin yanı sıra siyasi bir örgütlenme düzenine de sahiptiler ve
site düzenini, yasalarını önemsemişler, ideal insanın ancak ideal bir siteyle
mümkün olacağını savunmuşlardır. Üç tür insan ve bunlara karşılık
gelen üç tür hayatı dile getirmişlerdir. Kimilerinin para sevdiğini, kimilerinin
şöhret sevdiğini ve nihayetinde kimilerinin de bilgeliği sevdiğini
savunarak bilgelik (sophia) sevgisi (philo) anlamına gelen "philo-sophia"
ın kendileri için amaç olduğunu ve bunu mütevazı şekilde belirterek de
felsefenin bugünkü anlamını ilk verenler olmuşlardır.
HERAKLEİTOS (M.Ö. 544-484)
- Anaksimandros gibi evrende zıt güçler arası bir mücadelenin hüküm
sürdüğünü savunur, ancak onun gibi her türlü oluşu, değişimi hak ihlali
açısından değil, kozmik düzenin bir yasası olarak ele alır. Evrenin hakikatini
bilmek isteyen kişi, evrendeki değişim yasasını anlaması gerekir.
- Zıt unsurlar arası mücadeleyi evrenin görünür karmaşasının ardında yatan
kozmik bir akıl (logos) ile açıklar ve zıtlar arasında bitmez savaşın
düzenleyicisi sayılmaktadır.
- Antik Yunan filozoflarının hareketi ve değişimi genellikle olumsuz gören
(zira kesin bilgi değişmezlikten elde edilir diye düşünülürdü) tavrına karşılık
ayrıksı bir duruşla inkâr edilemeyecek bir hakikat olarak savunur.
- Kimileri Herakleitos'un ateşin dönüştürücü özelliğinden dolayı arkhe olarak
savunduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak ateş, logos ile ilişkilendirilerek
anlam kazanmaktadır. Muhtemelen ateş, kozmik akıl olan logosun
somut bir temsili veya tam kendisi olarak ele alınmıştır. Ancak bu nokta
belirgin değildir.
- Evren anlayışı, tıpkı bir çember gibi başı ve sonu aynı olan sonsuz döngüsellik
fikrine dayanır. Evreni meydana getiren zıt unsurlar, logos denilen
değişim yasasının sonsuz düzeninde birbirleriyle çatışıp dururlar.
- Evren düzenini meydana getiren yasallığa tanrısallık atfetmiştir. Kimi yorumcular
da Herakleitos'u tanrıyı, doğa, din, yasa ve ahlak gibi olguları
kendisinden meydana getiren ruh gibi sunmasından dolayı onu panteist
(var olan her şeyi tanrıyla özdeşleştirmek) olarak da nitelendirmişlerdir.
- Bir fragmanında "kendimi keşfettim" derken, bunu kimi yorumcular Herakleitos'un
tüm felsefesinin bir özeti olarak kabul etmişledir. Böylece
tüm evren anlayışı son kertede insanın kendisini tanıması, bilmesi yolunda
atılmış adımlara dönüşür.
- Sitenin ancak bilge kişiler tarafından yönetilmesi gerektiğini savunur.
- Evren yasalarına uygun yasaların gerektiğinde zorla toplumda itaat ettirilerek
uygulanmasını savunduğu için Yunan dünyasında en sert demokrasi
karşıtlarından biri olarak kabul edilir ve bu özelliğinden dolayı da
Platon'u etkilediği görülür.
PARMENİDES (M.Ö. 515-M.Ö. 440)
- Evren anlayışı akıl tarafından kavranabilen, adaletin ve yasanın hüküm
sürdüğü kurallı bir evren düzenidir.
- Peri Pyhseos (Doğa Üzerine) isimli eseri günümüze ulaşan fragmanlarından
biridir. Eserini, hakikati (aletheia) ve sanılan (doksa) konu alan iki
bölüme ayırmakta ve evren düzenine ilişkin üç görüş olduğunu savunmaktadır:
1- Aklı ve Dike'yi (hak-adalet) izleyenler
2- "Varlığın yok olduğunu" iddia edenler
3- "Varlığın hem var, hem yok olduğunu", yani oluşu savunanlar
- Evren ona göre biri duyu organlarımız diğeri de akılla kavranabilen iki
görünüme sahiptir. Bunlardan ilki tamamen bir yanılgıdır. Duyular bize
yokluk diye bir şeyin var olduğunu ve evrende değişimin hüküm sürdüğünü
söyler. Akıl ise yokluğu da değişimi de yadsımak gerektiğini bildirmektedir.
- Herakleitos, değişimi reddetmenin evrenin hakikatleriyle uyuşmadığını
savunurken Parmenides bunun aksine değişmenin varlığını kabul etmenin
büyük yanılgı olduğunu savunmuştur. Parmenides'e göre hakikatin
bilgisi evrendeki değişmezlikten elde edilebilir ve bu da duyu organların
yanılgısından sıyrılarak akılla kavranabilir, iki düşünür birbirlerine zıt istikamette
duyuların değişim ve değişmezlik konusunda yanılgılar yarattığını
ifade etmişlerdir. Bu tartışma, felsefe tarihinin de ilk en tipik polemiklerinden
biri olmuştur.
- Evrene duyularla değil, akılla bakıldığında her yerde bir ve aynı değişmezlik
bulunabilir.
- Düşünce tarihinde akıl yürütme disiplinini ilk kez açık biçimde kullanan
düşünür olmuştur.
Varlık Anlayışı:
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığı düşüncesini kanıtlamak açısından
varlık anlayışında her şeyi kaplayan bir kütle fikri vardır. Oluş için,
oluşacak olanın daha önceden olmamış olması, yani yok olması gerekir
(hareketin olması için boşluğun olması gerekir, ancak o da yoktur). Bu
yüzden de hareket ve oluş söz konusu olamaz. Var olan hiçbir şey hiçbir
zaman hiçbir süreçte "yok olma" durumunda olamaz.
- Varlık var olmayanlardan meydana gelmez ve ona indirgenemez. Varlık
zorunluluktan "bir" ve "öncesiz-sonrasız" olmalıdır.
- Varlık her yerde kendisine özdeştir ve bütün bu özellikleriyle, her köşesi
merkeze eşit uzaklıkta olan kusursuz bir küreyle karşılaştırabilir. Ancak
bu nitelik aslında evrenin sonlu bir yapı olduğu anlamına gelir. Böylece
varlık, zaman bakımından başlangıçsız ve bitimsiz olmakla birlikte,
uzam bakımından sınırlı ve sonludur. Ancak Parmenides, sonsuzluğu
eksiklik olarak görmektedir. Sonsuzluğu, hiçbir zaman tamamlanamayan
bir belirsizlik düşüncesini taşıması Pythagorasçılardan (evrenin ilk
maddesi kabul ettikleri pneumanın sınırsız ve eksikli bir yapı olduğunu
düşünmeleri) etkilendiğini göstermektedir.
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığını kanıtlamak için akıl yürütmeler
öne sürer. Varlığın yer kaplama, yokluğunsa boşluk olduğunu kabul
eder.
- En yüksek hakikat olarak gördüğü değişmez varlığı "Bir" diye adlandırır.
Bütün evren, kusursuz küre görünümündeki Bir'den ibarettir. Yunanlılar
değişimi eksiklikle ilişki gördüklerinden Bir'in eksiksiz, kusursuz yapı düşüncesinde
ise hiçbir değişime ihtiyaç yoktur.
- Parmenides'in düşüncesinde varlık ve düşünce, varlık ve dil, bir ve aynıdır.
"Kusursuz varlık" öğretisini insan düşüncesinin işleyişi ile ilişkilendirerek
düşünce ile varlığın aynı şey olduğunu savunmuştur. Bu yüzden
bir şey hakkında düşünmek için o şeyin öncelikle var olması gerekir fikri
vardır. Düşünce varlıktan başka bir şeyin düşüncesi değildir. Tek değişmez
varlık vardır, o da değişmeyen varlık olan Bir'dir.
ÜNİTE 4
EMPEDOKLES, DEMOKRİTOS,
KSENOPHANES, ANAKSAGORAS
Ünite ite ilgili bilgi:
Bu ünitede, Empedokles'in felsefi görüşlerini ve dört neden
öğretisini açıklayabilmek, Demokritos'un atomculuğunu tartışabilmek, 1 7
Ksenophanes'ın Yunan tanrı bilimindeki yerini kavrayabilmek ve Anaksagoras'ın
felsefi görüşleri ile Nous anlayışını tartışabilmek amaçlanmaktadır. Finaf-Bütünieme
EMPEDOKLES (M.Ö. 490-430)
- Parmenides'ten etkilenmiş, onun varlığa ve BİR'e ilişkin görüşlerini büyük
ölçüde benimsemiştir.
- Varlığın belli bir zamanda meydana gelmediğini ve sonradan da ortadan
kalkmayacağını savunmuştur.
- Parmenides gibi evrende boşluk olamayacağını düşünür. Ancak temel
felsefi amaçlarından biri Parmenides'in değişmez varlık anlayışı ile evrendeki
reddedilemez değişim olgusunu uzlaştırması bakımından da ondan
ayrılır.
- "Oluş" hakkında yeni öneri ortaya koyar: Ne meydana gelmektir ne de
yok olmaktır. Meydana gelme ve yok olma'yı Parmenides'in varlığın içindeki
bazı temel unsurların birleşmesinden ya da ayrıştırmasından ibaret
görür. Empedokles dört unsurun ya da dört elementin (toprak, su, hava
ve ateş) birbirleriyle çeşitli şekilde karışımından evrendeki tüm var olmaların
ve hareketin meydana geldiğini düşünmüştür. Kendisinden önceki
tek unsurla evreni açıklayıcı felsefelerin sorunlarını böylece bu dört unsurun
da aynı derece belirleyici olduğunu belirterek sorunu aşmaya çalışmış
ve felsefe tarihinin en uzun ömürlü öğretisini (kendisinden sonrakiler
tarafından da kullanılacaktır) ortaya koymuştur.
- Bu dört unsurun nitel açıdan bir diğerine dönüşmesi mümkün değildir.
Değişim nicel boyutta, çeşitli oranlarda, sayılarda ve şekillerdeki kombinasyonlar
sonucunda meydana gelmektedir. Kimi düşünürler Empedokles'in
bu dört unsurunu Homeros'a kadar götürebilmektedir. Bu dört unsur
felsefe tarihinde genellikle, birbirine indirgenememelerinden dolayı
"çoğulcu maddecilik" olarak nitelendirilmektedir.
- Evrendeki tanrısallığı akılla ilişkilendirmiş, evrendeki her şeyin kendine
göre bir aklı olduğunu savunmuştur. (Her şeyin bir ruhsallık, akıl ya da
canlılık taşıyarak evrensel unsurları kardeşlik mayasında birleştirmeye
çalışan Pythagorasçı düşüncenin bir yansıması olduğu düşünülmektedir).
- Moira düzeninden akıl esaslı evren düzenine geçişte önemli bir aşama
olmuştur.
- Parmenides'in Varlık'ın kendisinde değişimin olmayacağı yönündeki düşünceyi
dört temel unsurun da kendi içinde değişemeyeceği düşüncesinde
etkili olmuştur. Bu dört unsur bu haldeyken değişim nasıl olmaktadır?
: Kendilerinde hareket yoktur ancak hareket ettirilmektedirler. Maddeden
bağımsız, kozmik bir güç olarak iki hareket ilkesi benimsenmiştir.
Bunlar hareketi meydana getiren SEVGİ (philotes, Aphrodite) ve NEFRET'tir
(Neikos, Kotos). Sevgi, temel dört unsuru sonsuz bir dönüşüm
içerisinde birleştirirken, Nefret ayrıştırır. Evrendeki tüm oluş ve değişim,
bu iki ilke doğrultusunda bir araya gelerek ya da ayrışarak meydana gelmektedir.
- Şeylerin Sevgi yoluyla birleşmelerinin doruk noktası, Nefretin tamamen
ortadan kalktığı ve evrendeki formların eksiksizce karışıp mükemmel birlik
haline geldikleri tanrısal bir esenlik durumudur. Evren düzeni ise birbirine
zıt olan bu dört unsurun tam orta noktası, ideal bireşimi olarak görmüştür.
(Parmenides'in andıracak şekilde, bu tanrısal birlik durumunu
Empedokles "küre"(sphairos) olarak adlandırmıştır).
- Evrendeki her şey keyfi değil, bir zorunluluk sonucu oluşmaktadır. Bu
zorunluluğu "Ananke" sözcüğü ile anmıştır ancak bu zorunluluğun evren
için kaçınılmaz bir kader mi (moira) ya da belli bir amaca ulaşmak için
ereksel (telos) bir güdü müydü pek net değildir.
- Bilgi için, kendi çağdaşları gibi duyuların sağladığı bilgiden kuşku duymuştur
(Aklı duyuların önüne geçirmiştir). Evrene duyularıyla yaklaşan
biri, var olma ya da yok olma gibi olgularla düşünmeye başlayacağını,
ama akıl yolu ile yaklaşanın evrenin, dört elementin Sevgi ve Nefret yolu
ile bir araya gelmelerinden veya dağılmalarından ibaret olduğunu görebileceğini
savunmuştur.
- Ruh anlayışı Pythagorasçılara dayanmakla birlikte onun ruh anlayışını
kendi özgün öğretisi çerçevesinde ele almıştır. Ruhun da dört temel unsurun
belli bir terkibinden meydana geldiğini ortaya koymuştur. Pythagorasçılar
gibi ruhu bedenden ayırmaz. Ruh göçünü savunur. Madde dünyasının
üzerinde ikinci ve daha yüksek bir mutlu ruhlar (daimones) dünyasının
bulunduğunu, bu dünyanın da günahlarla kirlenmemiş ölümsüz
ruhların sonsuza dek yaşadığı bir dünyadır. Kirlenmişler ise bir bedenden
başka bedene geçip duranlardır. Böylece dünyayı insan ruhu için
düşüş alanı olarak görmüştür ve yüksek âleme erişme amacı gütmüştür.
Ruhu, Tanrıdan uzaklaşan ve yine ona dönmeyi arzulayan bir sürgün
hali olarak kabul etmiş ve tüm insanların bunun için Sevgi tanrıçası Aphrodite'e
tapmalarını önermiştir.
DEMOKRITOS (M.O. 460-360)
- Empedokles'in "çoğulcu maddecilfk" anlayışının üzerine, daha tutarlı ve
bütünlüklü olarak "atomculuk" şeklinde adlandırılan görüşler bina etmiştir.
Demokritos'un atomculuğu, Parmenides'in varlık anlayışı olan boşluğu
ve oluşu reddeden, mantıksal içerikli akıl yürütmelerle doğa dünyasını
baştan sona mantıksal bir içerikle kavrayan bakış açısından önemli izler
taşır. Ancak Parmenides'ten boşluğun yani yokluğun varlığını kabul
etmesi bakımından ondan ayrılır. Atomculuk anlayışında doğa düzenini
Elea mantığının etkilerinden korumaya yönelik girişimde bulunmuş olması
ise onu Parmenides'e yaklaştırır.
- Demokritos'a göre evrendeki her şey, kendi içlerinde hiçbir boşluk içermeyen,
yine kendi içlerinde değişmez ve parçalanmaz olan, sonradan
var olmamış ve yok olmayacak olan bazı temel unsurlardan oluşmaktaydı.
Bu unsurlara "parçalanmaz", "bölünmez" anlamına gelen "atom" adını
vermiştir. Atomlara atfettiği tüm özellikler Parmenides'in varlığa atfettiği
özelliklerle aynıdır. Ancak Parmenides'in birciliğinin (monizm) tersine
parçalanmaz atomların sonsuz sayıda olduklarını ileri sürmüştür. Aslında
atomculuğun kurucusu Pythagorasçılardan etkilenen Leukippos'tur.
- Demokritos'a göre atomlardan ve boşluktan başka bir şey yoktur. Tüm
evren düzeni, boşlukta birbirleriyle birleşen ve birbirlerinden ayrışan
atomlardan ibarettir. Tüm oluş onların bir araya gelip dağılmalarıdır. Evrendeki
her şey, onların oluşturdukları farklı bireşimlerden ibarettir. Böylece
hareketi de maddeden ve varlıktan ayrı tutmayarak Empedokles'ten
ayrılmış ve hareketi maddeye yüklemiştir.
- Atomların hareketi rastlantısal değildir, evrendeki her şey bir zorunluluğa
bağlı olarak olup bitmektedir. Birbirlerine benzeyen atomlar zorunlulukla
bir araya gelmekte ve biçimlerine göre hareket şekli almaktadırlar
(örneğin köşeli yapılardaki atomlar daha yavaş hareket ederken yuvarlak
yapılı atomlar daha hızlı hareket edebilir). Bu anlayış mekanik hareketi
akla getirmektedir. Atomların hem fiziksel hem mantıksal/geometrik
özelliklere sahip olduğunu ifade etmiştir. Fiziksel özellikler ikincildirler
(renk, koku, şekil gibi görünür veya hissedilir) ve duyulara hitap ederler.
Mantıksal/geometrik özellikler ise ancak akılla kavranabilirler ve atomların
değişmezliklerinden sorumludurlar. Bu noktada ayrı iki evren değil,
tek evrenin bize hitap eden iki yönü söz konusudur. Böylece değişim ve
değişmezlik arasındaki tartışmaya da kendince bir çözüm getirmiş oluyordu.
- Demokritos'a göre ruh bile atomların oluşturduğu bir birleşimden ibarettir.
Ancak ruhu oluşturan atomlar çok daha ince ve yuvarlak yapıda olduğundan
diğerlerine göre daha hareketlidirler. Bu anlayışta ruh elbetteki
ölümsüz değildir çünkü beden ölünce ruh atomları da kendiliklerinden
dağılıp ölmektedirler.
- Evren düzeninde doğanın tanrısallıkla ya da canlılıkla olan bağı kopartılmış
ve ayrı iki kategori olarak düşünülmüştür. Zira ruhsallık maddede
biçim kazanan bir yapı değil, bizzat maddeden (atomlardan) oluşan ayrı
bir yapıdır. Hareket ise maddenin kendiliğinden bir şey değil, maddeler
ya da atomlar arasında bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Hareket,
maddeler arasında itilim ya da çekilim gücüdür.
- Dil ile nesne arasındaki organik ilişkiyi koparmıştır. Adların nesnelere
keyfi olarak sembolleştirmek amacıyla verildiklerini ve adın nesneye doğal
olarak ait olmadığını ilk kez açıkça dile getirmiştir. Böylece dil-varlık
ilişkisini geri dönmemecesine koparmıştır. (Bu anlayış Sofistleri ve Platon'u
etkilemişti).
- Ahlak ve toplum düzeninde en büyük iyiliğin ruhun duruluğunda, ruhun
sevincinde (euthymie) ve mutluluğunda (udaimonie) bulmuştur. Bunlara
ise belli zorunlulukla işleyen doğaya göre yaşamakla ve ölçülükle erişilebilir.
Doğa düzenine göre bir hayatı ortaya koyması kader inancını da
ikinci plana itmiştir. Bununla birlikte hazzı reddetmemesi Platon'u da etkilemiş,
diğer düşünürler gibi yasalara saygınlığı önemsemiş, yasanın
da yeterli olmayıp insanların yasalara uymaya yöneltecek ölçü ahlakının
da tamamlanması gerektiğini düşünmüştür.
KSENOPHANES (M.Ö. 570-480)
- Çağdaşları gibi evrenin nasıl oluştuğu ve ana maddenin ne olduğuna
ilişkin konulardan çok Yunan dünyasının geleneksel tanrı anlayışına
(Homerik-Hesiodik Olimposçu çok tanrı düzeni) felsefedeki belki de en
etkili eleştiriyi yöneltmiş ve onun yerine "hep göz, hep düşünme, hep kulak"
olarak özetlediği kozmik ölçekte bir güce sahip tanrısallık önermiştir.
Farklı toplumlarda farklı tanrıların olmasını eleştirmiş ve felsefi içerikli
ve evrensel bir tanrısallık anlayışı geliştirmiştir. Bu aynı zamanda evreni
tek bir ilke ile açıklama eğilimine de uygun bir tutum sayılabilir.
- Ksenophanes'in ortaya koyduğu Tanrı anlayışı, kozmolojik-ontolojik olmanın
yanı sıra hem sosyal ve ahlaki bir içeriğe bürünen hem de insan
biçimli unsurlardan ayıklamayı amaçlayan bir karaktere sahiptir. Tanrının
evrensel unsurları düşünmeyle kımıldatıp düzenlediğini söyleyerek akıl
kavramını teolojiye sokan isim olmuştur.
- Ksenophanes'in geliştirmiş olduğu tanrı anlayışı Milet düşünürlerinin biriktirmiş
olduğu düşünsel altyapıya dayanır. Sözgelimi Anaksimandros
arkhe olarak ortaya koyduğu apeiron'a Homerik tanrıların bir özelliği
olan ölümsüzlüğü atfederek, onu bir anlamda kozmik düzenin egemen
tanrısallığı olarak görmekteydi. Ksenophanes ise mitoslarda ortaya konulan
tanrısallık anlayışı ile filozoflar tarafından geliştirilen tanrısallık anlayışları
arasında bir sentez yapmayı amaçlamıştır. Olimposçu düzende
Zeus'un giderek ağırlık kazanması aynı zamanda Ksenophanes'in de
"en güçlü tanrı" öngörmesini besleyen bir altyapı sunuyordu.
- Ksenophanes'te tanrının evren içindeki konumu belirgin olarak verilememiştir.
Tanrıya sadece evreni kıpırdamadan akıl gücüyle hareket ettirme
gücü atfedilmiştir.
- Evren düzenini maddi temelde kavramıştır. Kimi yorumcular onun toprağı
ve suyu evrenin arkhesi olarak ortaya koyduğunu, kimi yorumcular da
onun tanrının evrenin birliği ve bütünlüğünü sağlayacak şekilde ortaya
koyduğunu ifade ederek panteist olduğunu iddia etmişlerdir.
- Ksenophanes'e göre insan tanrıya ve evrene ilişkin kesin bilgiye erişemez.
Kesin bilgi tanrıya hastır. Tanrı bilgisi, insan bilgisinden bedensel
organların yardımı olmaksızın tanrısal akıl yolu ile "bütün olarak" kavrama
özelliğinden dolayı ayrılır,
- Tanrının, iyi, kötü, ahlak, adalet gibi insani yönlerle ilgili bir tanrının öncülüğünü
yapmış olması kendisinden sonrakileri de etkilemiştir.
ANAKSAGORAS (M.Ö. 500-428)
- Pek çok Yunan düşünürü gibi iyonya kökenlidir; ancak yaşadığı dönemde
siyasi, kültürel ve düşünsel bir merkez haline dönüşen Atina'ya yerleşmiş,
felsefenin bu kentte etkinlik kazanmasını sağlamış ve Atina'yı
neredeyse tek başına idare etmekte olan Perikles'e dostluk ve hocalık
yapmıştır.
- Empedokles gibi dört temel unsurdan herhangi birinin diğerine dönüşme
imkanını reddetmektedir (örneğin ateşin suya dönüşemeyeceği düşüncesi).
- Evrende bir hareket ve dönüşümün olduğunu kabul etmekle birlikte
"oluş" ve "yok olma"yı reddetmiştir.
- Empedokles'in evreni dört unsurla açıklama çabasının tersine, evrenin
sonsuz sayıda unsurdan meydana geldiğini düşünmüştür. Bu sonsuz
sayıdaki unsuru "spermata" (tohum) sözcüğü ile ortaya koymuştur. Tüm
görünür evren sonsuz sayıdaki spermatanın (birbirlerinden koku, renk
ve şekil vb. bakımdan farklı olan) çeşitli şekillerde birleşmesinden (Empedokles'in
dört unsurunu bile) meydana gelmiştir. Evreni meydana getiren
tözlerin sonsuz sayıda olmasını belirtmesi, onu Empedokles ve Demokritos
gibi "çoğulcu maddeciler" safına yerleştirmiştir.
- Sonsuz sayıdaki spermata, Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcındaki
"kaos" durumunda birbirleri üzerinde üstünlük kurmadıkları ve birbirine
tam karışmış şekildedirler. Her şey, her şeydeydi ve bu kaotik ortamda
şeyleri diğerlerinden ayıran henüz ayırıcı bir nitelik yoktu. Kaotik durumdan
çıkışı ve kosmosa (düzen) dönüşü sağlayan güç ise kozmik ölçekte
ve tanrısal nitelikli bir aklı ifade eden "Nous"tur (Akıl).
- Demokritos'un hareketi maddeden ayrı bir ilke olarak ele alan anlayışını
benimsemiş ve Empedokles'in iki hareket ilkesi yerine tek ilke ile açıklamaya
gitmiştir. Anaksagoras, Nous'u, yani aklı evrenin oluşunu ve tüm
düzenini sağlayan güç olarak sunan ilk filozof olarak kabul edilmektedir.
- Nous'un temel etkinliği başlangıçta kaotik durumda olan şeyleri birbirlerinden
ayrıştırarak düzenlemektir. Ancak Nous'un şeylerin ayrılmasına
yönelik yönlendirici gücü bütünüyle yeterli olamayabilir. Bundan dolayı
da evrende hiçbir şey saf ve arı halde değildir. Her şeyde her şeyden bir
miktar ay bulunmaktadır. Örneğin evrende arı toprak, su ya da ateş bulunmaz.
Bunlar daima birbirleriyle bir miktar karışmış durumdadır. Bu kuralın
tek istisnası Nous'tur. Zira bazı şeyler Nous'tan bir miktar pay taşısalar
da, Nous'un kendisi yalın ve katıksız haldedir.
- Her şeyin başka bir şeyden bir miktar pay taşırken nasıl birbirlerinden
farklı görünüme sahip olduğuna yönelik olarak da o şeyde "baskın niteliğin"
yüksek olmasını gerekçe göstermiştir. Baskın nitelik aslında "üstün
nitelik" olarak düşünülmüştür. (Örneğin bir şeyin altın olma sebebi, altın
olma niteliğinin onda baskın biçimde bulunuyor oluşundandır. Modern
bilimde genetikte kullanılan baskın ve çekinik genler de bu ilkeyi anlamak
için yardımcı olabilir).
- Ruhu bedenden, aklı maddeden kesin bir biçimde ayıran ve biri duyularımıza
hitap eden, ötekisi yalnızca akılla kavranabilen iki alem öngören
anlayışa "metafizik ikicilik" (metafizik düalizm) denilmektedir. Anaksagoras'ın
Nous'u spermatalardan (maddeden) ayırması, bazı yorumculara
göre metafizik öncülüğün öncüsü olduğuna yönelik değerlendirmelere
yol açmıştır. Bazı yorumculara göre de Nous'un bazı maddelerde bulunması,
düşünen-maddenin varlığına işaret etmektedir. Bu anlayış Nous'u
en küçük madde parçacıklarından kosmostaki kozmik akla (logos) ve
Herakleitos'un ateşe yüklediği işleve kadar sirayet edebilmektedir.
ÜNİTE 5 |
SOFİSTLER VE SOKRATES
Ünite ile ilgili bilgi:
Bu ünitede, Atina'da ortaya çıkan Sofist
hareketi hakkında bilgileri ve Sokrates'in Sofistlere karşı geliştirdiği
tezleri açıklayabilmek amaçlanmaktadır.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 1
2
i
SOFİSTLER (M.Ö. 4. YÜZYIL)
- M.Ö. 4. yüzyılda tüm Yunan dünyasının siyasi ve kültürel merkezi haline
gelen Atina, her ne kadar sadece beyaz, erkek ve Yunan soylu kişileri
kapsasa da ileri bir demokrasi düzenini beşiğiydi. Bu özgün demokratik
düzen içerisinde bireylerin çıkarlarını korumaları o dönemde özellikle
sosyal hayatta önemli bir mücadele aracı olan sözü iyi kullanmaları gerekiyordu.
Sözü kullanma ustalığı ve kabiliyeti toplumsal ve siyasi mücadele
bakımından da bir üstünlük getirmekteydi. Bu demokratik düzende
gençlerin eğitim anlayışı da söz söyleme sanatını, yani retorik sanatını
vermeye yönelik bir amaç taşıyordu. Ancak Atina'nın mevcut eğitim yapısının
bu ihtiyacı gideremeyen eksikliğini zamanla, bir düşünce hareketi
olarak Sofistlerin sözü süslemek ve ikna etmek anlamında kullandığı
retorik sanatını, insanlara erdem (Arete) kazandırmak amacıyla yaptıkları
eğitimin gidermeye başlamıştı.
- Sofistler Atina'ya başka Yunan sitelerinden göç eden yabancı kökenli insanlardı.
Atina'nın cezp edici sosyal dokucu ve konuşma sanatı gibi pratik
eğitimdeki ustalıkları onları gezgin öğretmen özelliğini almalarını sağlıyordu.
Ancak bilgiyi para karşılığı satmaları, bilgiyi ayağa düşürdükleri
yönünde eleştiri almalarına neden olmuştur.
- Sofistler, retoriği, bireyi sitede başarılı ve mutlu kılacak pratik yaşam becerilerinin
başlıcası olarak görmekte ve onu politik erdem (politike arete)
olarak nitelemekteydiler. Tutarlı felsefi anlayışla temellendirilen bu düşünce
zamanla olgunlaşmış ve kimi yorumcular bu aydınlama hareketi
olduğunu, kimileri de Yunan dünyasının geleneksel düzen anlayışını yıktığını
belirtmiştir. İki değerlendirme de birbirini tamamlarken Sofistlerin
Yunan dünyasında bıraktığı iz, her ne kadar sonrasında Platon ve Aristoteles
tarafından bertaraf edilmeye çalışılmışsa da tamamen silinememiştir,
etkisi devam etmiştir.
- Sophistes sözcüğü, Yunan dünyasında uzun bir süre bilgili, becerikli, uzman
insan anlamında; bazen de bilge anlamında kullanılmıştır. Kendisi
için sofist nitelemesinde bulunan ilk kişi de Protagoras'tır, Ancak sonraları
Sokrates, Platon ve Aristotelesbu sözcüğü alçaltıcı anlamda da kullanmışlardır
(zira güç arzusu ve yarar düşüncesinden dolayı eleştiriyorlardı
Sofistleri). Her ne olursa olsun sofist sözcüğü öğretmenlik (retorik
sanatının öğretmeni) olarak anlaşılıyordu.
- Sofistler nitelikli nutuklar yapabilmek ve muhatap kişinin üzerinde etkili
olabilmek için dile hakim olmayı ve onun yapısını, işleyişinin iyi bilinmesi
gerektiğini savunmuşlar ve bu yüzden de dil ve düşünce üzerinde sistematik
olarak durmuşlardır. Dil, sofistlerin evi gibiydi. Türlü sözcük
oyunları ile düşünce üzerinde gezinmeleri, muhataplarını şaşkına çevirebiliyordu.
Onlara göre sözcüklerin doğada zorunlu bir karşılığı ya da
nesnenin zorunlu olarak tek bir doğru adı yoktu ve bu zihinde tamamen
keyfi olarak inşa edildiğinden dolayı her toplum-insan nesneleri tarafından
farklı farklı anlamlandırabilmekteydi. Dolayısıyla da bu durum şüpheciliği
besleyen bir temel yöntem haline geliyordu.
- Sofistlerin insan, bilgi ve toplum anlayışları tamamen insan-merkezcilik
esasına dayandırılmıştı, insan-merkezcilik, başta varlık ve bilgi olmak
üzere, evrendeki tüm olguları insandan hareket ederek açıklamaya çalışır.
Sofistlerin tezlerini de en iyi özetleyen Protagoras'a ait cümle olan
"insan, her şeyin ölçüsüdür" (her şey insana göre anlam ve değer kazanır)
ifadesindeki anlayışta da olduğu gibi insan, hakikati bulup çıkarmaz,
onu bizzat kurar ve üretir. Bu düşüncenin gerisinde her ne kadar öncüller
bulunsa da (örneğin Demokritos'un atomun bir yönünün duyulara hitap
ettiğini ve dil ile varlık arasında zorunlu bağın olmamasını belirtmesi
gibi) aslında bu düşünce sistematiği Yunan felsefesinde bir kırılmayı
da işaret eder.
- Sofistler, önceki düşünürlerin tersine insanın doğasını keşfederek, felsefi
soruşturmalarını doğa alanından insan ve toplum alanına kaydırdılar.
Sofistler, doğa düzeni (Physei) ile toplum ya da yasa düzenini (Nomoi)
birbirinden kesin biçimde ayıran ilk düşünürler olmuşlardır. Özellikle Sofist
Arkhelaos, haklı-haksız, güzel-çirkin gibi değerlendirmelerin physis
düzeninde değil, Nomoi düzeninde ortaya çıktıklarını, tanrıların da yine
bu yasa düzeni tarafından belirlendiğini savunması etkili olmuştur. Bu
anlayışta insan, elbette doğanın bir parçasıdır; ancak diğer canlıların aksine,
kendisine bambaşka bir dünya yaratabilme, kendi yasasını ve doğruluğunu
üretebilmektedir. Doğada adalet, güzellik, erdem ya da iyilik gibi
nitelemeler bulunmaz. Bunlar insanın kendisinin ürettiği ve ancak yasa
düzeninde anlam kazanan kavramlardır.
- Siyasi eşitlik anlamında da çığır açmışlardır. Protagoras, saygınlığın (aidos)
ve adaletin (dike) insanlara eşit biçimde pay edildiğini, bu yüzden
de yönetim sanatında herkesin eşit şekilde hakkı olduğunu belirterek siyasi
eşitlik ilişkisini formüle eden ilk kişi olmuştur. Sofistler insanı diğer
canlılardan ayıran önemli bir özellik anlamında "politika yapan hayvan"
olarak tanımlamaktaydılar. Onlara göre insanda siyaset yapma becerisi
saygınlık ve adaletten önce gelmekteydi. Bu tanımlama Platon ve Aristoteles
tarafından da büyük ölçüde benimsenmiş ve "homo societus" ifadesinde
nihai anlatımını bulmuştur (Latince'deki "insan" (homo) ve "toplum"
(societus) sözcüklerinden türetilmiş olan bu ifade insanın özü itibariyle
toplumsal bir varlık olduğunu vurgular). Sofistlerin insanı doğadan
farklılaştıran bu öz niteliğini ortaya koymaları insanı doğadan hareketle
değil, site ve yasa düzeninden hareketle (onu inşa etmesi anlamında)
yaparak mümkün olmuştur. Bu durum ise hakikat arayışının sadece evren
düzeni doğrultusunda gerçekleştirilmeyeceğini de habercisi olmuştur.
Nitekim Platon'un Sofistlerden hemen sonra ideal düzenin merkezine
siteyi koyma çabası da bu arayışın bir etkisidir.
- Genel bilgi anlayışları, kesin ve genel geçer bilginin olmadığı yönündedir.
Her şeyi insanın pratik ihtiyaçlarına göre kavradıklarından dolayı yararcıdırlar.
Bilgi anlayışı tamamen pratik beceriler üzerinedir, çünkü
amaç bireyin toplumsal hayatta başarılı olmasıdır. Kimi yorumcular ise
bu düşünceleri Yunan dünyası için yıkıcı bulmuşlardır.
- Başlıca Sofistlerden biri olan Gorgias, "Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez,
bilinse de ifade edilemez" diyerek varlık algısının kişiden kişiye değiştirdiğini
ve bundan dolayı da insanlar arasında varlığın neliğine ilişkin
özlü bir uzlaşmanın sağlanamayacağı düşüncesini doğurmuştur. Aslında
bu söz Parmenides'in mantıksal katılığına da İronik bir eleştiridir. Yunan
dünyasındaki doğruluk anlayışını sarsan ve yeryüzündeki insan sayısı
kadar doğruluk olabileceğine dayanan bu tavır, kimileri tarafından
Sofistlerin ahlaki erozyona neden oldukları yönünde de eleştiriler yapmasına
neden olmuştur.
- Sofistler Yunan felsefesinin gelişimini derinden etkilemişler, insanı tanımanın
bir yolu olarak dili önemsemeleri (dil ve düşünce yapısı üzerine
yöntemlerin gelişimini tetiklemiştir) ve retoriği bir sanat haline dönüştürmeleri,
bunun yanında "erdemli insan" arayışlarından dolayı eğitimin de
felsefenin bir diğer önemli sorunu olmasını sağlamışlardır. Sözcükler
üzerindeki hoyratlıkları, anlam ve akıl yürütme konusunda Platon ve
Aristoteles'i arayışlara sürüklemiştir.
SOKRATES
- Felsefe tarihinde adından en çok söz ettiren düşünürlerdendir. Ardında
hiçbir eser bırakmamış olması ve büyük ölçüde öğrencisi Platon'un
eserlerinde geçen bilgilere dayanması kimileri tarafından sadece bir kurgu
olduğu iddia edilse de Platon dışında bazı önemli kişilerin de bu tarihsel
kişiliğe göndermede bulunması, bu iddiayı büyük ölçüde geçersiz
kılmıştır. Platon'un diyaloglarında Sokrates'in yer alıyor oluşu, Platon'un
Sokrates'i kendi adına mı konuşturmaktadır yoksa bağımsız bir tarihsel
kişilik midir sorusunu bu iddia çerçevesinde de gündeme taşımıştır. Ancak
yapılan çalışmalar Sokrates'in kendi düşüncelerini ortaya koyan bir
tarihsel kişilik olduğunu göstermiştir.
- Sokrates'in felsefi görüşlerine ilişkin bilgiler, Platon'un gençlik dönemi diyaloglarına
dayanır. Savunma, Kriton, İon, Lysis, Euthyphron ve Devlet'in
I. kitabından oluşan bu eserler Sokrates'in belirgin etkisi nedeniyle
Sokratik Diyaloglar olarak nitelendirilmişlerdir. Bu eserlerde Sokrates,
Sofistlerin Atina'da yol açtığı ahlaki yıkımla mücadele eden ve gençlerin
eğitimi ile yakından ilgilenen ve onların mutluluğunu amaçlayan bir bilge
olarak yer alır.
- Sokrates'i Yunan düşünürleri arasındaki şöhreti, görüşlerinin büyük ölçüde
insan, ideal site ve ahlak ülküsü üzerine olmasıdır. Görüşleri büyük
ölçüde Sofistlere yönelik karşı çıkışlardır.
- Sofistler insana yarar sağlayacak şeylerin (çıkar) mubah sayılması gerektiğini
ve yararı ön plana getirmişlerdir. Sokrates de Sofistler gibi insan
için en yüksek amacının mutluluğa (eudaimonia) ulaşmak olduğunu savunmuştur.
Mutlu olmak için iyi, iyi olmak için de erdemli olmaktan geçiyordu.
Yunan insanının erdemden (arete) anladığı şey, adalet, doğruluk,
ölçülülük, cesaret, bilgelik ve dindarlıktı. Bunları genel olarak tüm Yunan
düşünürleri (Sofistler ve Sokrates dahil) benimsiyordu. Aynı şekilde Sokrates
gençlerin erdem için eğitimini de Sofistler kadar önemsiyordu. Ancak
erdemin ve onun alt türlerinin (cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık,
doğruluk) ne olduğu konusunda ise Sokrates farklılaşmaya başlıyordu
ve düşünsel çabasının omurgasını da bu soruşturma oluşturuyordu.
Sokrates muhataplarına "nedir?" (ti esti) diye sormaktadır. "Cesaret nedir?"
(Lakhes diyalogunda), "ölçülülük nedir?" ya da "bilgelik nedir?"
(Kharmides diyalogu), dindarlık nedir (Euthyphron diyalogu) ya da bir
bütün olarak "erdem nedir?" sorularından oluşur bu sorgulamalar. Amaç
erdem için kesin bir tanım bulmak ve böylece gençlere verilecek erdem
eğitimine sağlam bir zemin hazırlamaktır.
- Sokrates'in yer aldığı diyalogların hepsinde bu sorular genel olarak Sofistlerin
cevapları üzerinden yürümektedir. Mutluluğu, doğruluğu ve genel
anlamıyla erdemi hükmetme becerisi ilişkilendiren ve güçlü olanın
haklı olduğunu savunan Sofist düşünceler Sokrates'in mücadele ettiği
tezler olmuştur.
- Sokrates, sorulan sorulara öne sürülen tanımları, kendine özgü bir yöntemle,
yani İronik yöntem ile çürütür ve tanımlamaların geçersizliğini
mantıksal argümanlarla kanıtlamaya çalışır. Bu yöntem bir bütün olarak
Sokratik Elegie, yani çürütme olarak adlandırılır. Aradığı tanımda, erdemin
zamana ve mekana göre değişen farklı görünümleri değil, zaman ve
mekana göre değişmeyen, erdemin tüm farklı görünümlerinde değişmez
biçimde ortak olan özlüğü talep etmiştir. Bu yüzden de tüm soruşturmalar
sonuçsuz kalır. Bu öz aranmış olsa da kesin olarak ortaya konulmamaktadır.
"Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" sözü bundan dolayı
anlamlıdır. Çünkü o muhataplarına bilmekten ziyade, bildiğini sandığı
şeyleri tekrar sınamasını, "bilme" işinin sanılandan çok daha zor olduğunu
ve sağlam temellendirilmesi gerektiğini tavsiye eden bir bilge kişi görünümündedir.
- Sokrates'in ahlak anlayışı büyük ölçüde "kendini bil" düşüncesine dayanır.
Bununla birlikte, insanın tüm davranışlarını değişmez bir davranış ilkesine
dayandırması gerektiğini savunur. Bunlar ahlaki bir insanın nasıl
olması gerektiğine yönelik yargılar olsa da bu ahlaki ilkelerin ne olduğu,
erdemin tanımında olduğu gibi son kertede kapalı kalmaktadır. Ancak
Sokrates onun akla kavranabilecek bir yapı olduğunu da belirtmiştir.
- Sokrates, bir ebe olduğunu ve gençlerin ruhlarını doğurttuğunu söylüyordu.
Bu doğurtma, insanın doğasında doğuştan saklı bulunan hakikatlerin
açığa çıkarılması esasına dayanıyordu. Maieutike (ebelik, doğurtma
esaslı) adı verilen bu süreç, serbest ama yöntemli bir diyalogla gerçekleştiriliyordu.
- Sokrates'in cevapsız bıraktığı soruşturmalar Platon tarafından sistematik
düşünce etkinliği doğrultusunda kendi içinde tutarlı çözümler getirmeye
yöneltmiştir.
- Sofistler, insanı merkeze koymakta ve böylece doğruluğun kişiden kişiye
değiştiğini belirtmekteydiler. Sokrates ise bunun ancak görünüşte
böyle olduğunu, oysa görünür farklılıkların altında değişmez özlerin olduğunu
savunuyordu. Duyularla kavranılan değişken şeylerin ötesinde,
akli bir özlüğün varlığını ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Bu Antik Yunan'da
doğa filozoflarının savunduğu bir durumdu, ancak Sokrates'i
ayırt edici özelliği bu düşünceyi ilk kez ve başarılı bir biçimde insani-toplumsal
yöne uyarlamış olmasıdır.
- Sofistler, doğa dünyası ile insan (veya yasa dünyasını) birbirinden ayırıp,
yasa dünyasının (insan) tamamen göreli bir yapı sergilediğini savunmuşlardı.
Sokrates ise insan dünyasında da doğadaki gibi bir genel geçerlik
bulunduğunda ısrar etmiştir.
ÜNİTE 6
PLATON: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI
Ünite ile ilgili bilgi: Platon'un yaşamı ve yapıt-
PLATON'UN YAŞAMI VE YAPITLARI (M.Ö. 427-348)
- Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerindendir ve etkisi günümüze kadar
gelebilmiş, sistematik felsefe çağının başlangıcını taşıyan filozoftur.
- Atina'da doğmuştur, iyi eğitim almıştır. Sokrates'in öğrencisi oimuş ve
onun sorgulama yönteminden etkilenmiştir. Yaşadığı dönemde Atina, oligarşiyi
savunanlar ile demokrasi yanlıları arasında şiddetli çekişmelere
sahne olmaktaydı. Platon hem ailesinden dolayı hem de özel ilgisi onu
sitedeki siyasal yaşamın bir parçası haline getirmiştir, iktidarı elinde bulunduran
oligarşi yanlıları, zaman zaman şiddete başvurmakta ve Sokrates'i
de kendi amaçları için alet etmeye çalışmışlardı. Demokrasi yanlılarının
yönetime gelmesi ile de Sokrates suçu olmadığı halde Atina
gençliğini sapkın inanışlara yönlendirdi için idama mahkum edilmiştir. Bu
duruma yakından şahit olan öğrencisi Platon yaşananların derin tesiri altında
kaldı ve siyasi bakımdan da demokrasi karşıtı bir düşünceyi hayatı
boyunca hep korudu. Bu olaydan sonra siyasetten vazgeçip felsefeye
yöneldi ve çeşitli seyahatlere çıktı. 40 yaşından önce gittiği Güney italya'da
yaygın bir düşünceye sahip Pythagoras'ın öğretilerinden etkilendi.
M.Ö. 387-388 dolaylarında Atina'da Akademia adında felsefe, matematik,
geometri, astronomi ve fizik eğitiminin verildiği okulu kurdu. Bu aynı
zamanda Batı düşüncesinin ilk büyük akademisi olarak anılacaktı. Okul
hem Platon'un kendi hayatında hem de düşüncesinin gelişiminde önemli
bir adım oldu. Okulda Aristoteles de öğrenim görüyordu.
- Platon, ilk büyük dizgesel yaklaşımı olan, bir dizge kuran, büyük bir filozoftur.
Bazı yorumcular, Platon'un en önemli yanının, doğrunun araştırılmasında
biricik kılavuz olarak "akıl"ı kabul etmesi olduğunu belirtmişlerdir.
- Hemen hemen hepsi diyalog şeklinde olmak üzere 30'dan fazla eser
yazmıştır. Önemli eserleri dil, düşünce ve zaman bakımından seyirleri
şöyle gruplanmaktadır:
Sokratik Dönem Eserleri:
Gençlik döneminde kaleme aldığı ve Hocası
Sokrates'in etkilerini taşıyan eserlerdir (Savunma, Kriton, ion, Lakhes, Kharmides,
Euthyhron, Lysis ve Devletin 1. kitabı). Bu eserlerdeki amaç, erdemin ve
onun alt türlerini tanımlama çabasını, erdemin değişen görünümünü değil, değişmez
özünü bulabilme arayışıdır.
Geçiş Dönemi Eserleri:
Hocasının eserlerinden sıyrılıp kendi özgün eserlerini
ortaya koyduğu yapıtlardır (Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos,
Kratylos).
Olgunluk Dönemi Eserleri:
Özgün düşüncesini ortaya koyduğu ve Platoncu
söylemin doruğa çıktığı eserlerdir (Symşposium, Phaidon, Devlet, Phaedrus).
Yaşlılık Dönemi Eserleri:
Öğretilerini çeşitli açılardan sınamaya ve sorgulamaya
yönelik eserlerdir (Theaetetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos,
Timaois, Yasalar).
PLATONUN İDEALAR ÖĞRETİSİ
- Gorgias adlı eseri, erdem hakkında Sokratik diyalogların tersine erdem
hakkında ilk defa bir tanım getirildiği için Sokrates'ten sıyrıldığı ve kendi
görüşlerini dile getirdiği başlıca eser olarak kabul edilir. Bunda Platon'un
Güney İtalya seyahati sonrası Pythagorasçı öğretilerle tanışmış olmasının
etkisi büyüktür. Platon'un iki temel öğretilerinden biri olan "ruhun
ölümsüzlüğü öğretisi" bu etkinin biri ürünü sayılmaktadır.
Bir diğer temel öğretisi "idealar öğretisi"dir, ki bu iki öğreti Platon'un varlık,
bilgi, ahlak ve toplum anlayışının bu iki öğretiden türediği söylenebilir.
- İdealar öğretisi, Sokrates'in erdem tartışmalarına bir yanıt gibidir ve aranan
öz niteliğindedir. Euthyphron adlı eserinde "idea" ve "eidos" sözcüklerini
ilk kez kullanır ve dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı
görünümlerinde ortak olan değişmez özü bu iki kavramla anmıştır. Phaidon'da
adalet, güzellik, iyilik gibi kavramlarla ideayı ilişkilendirir. Cesaret
konusunda da ortak bir tanım geliştirir. Sayıların, doğal ve sıradan nesnelerin
de ideaları olduğunu belirtir.
- Platon'un varlık anlayışı, bütün görünür (duyular) dünyanın, düşüncelerimizin
ve kavramlarımızın, duyuların ötesinde ve ondan bağımsız bir
varlığa sahip bir gerçeklikle, yani idealarla ilişkili olduğunu savunur, idealar
görünen dünyanın arkasında yatan gerçekliktir.
- Örneğin doğada tek tek tikel ağaçlara varlığını veren tek bir ağaç ideası
vardır ve bu ağaç tikellerinden bağımsızdır. Böylelikle ideaların herhangi
bir yere işaret etmeden ve yalnızca düşünce ile kavranabilen, zamandan
ve mekandan bağımsız yapılar oldukları görülür. Dolayısıyla Platon
duyular evreni (aisthets topos) ile düşünülür evren (noetos topos) veya
idealar evrenini birbirinden kesin bir biçimde ayınrmıştır. "idealar vardır"
ve "idealar görünür şeylerden ayrıdır" şeklinde iki temel öğretiyi özetlemiştir.
Varlık- Var Olan Ayırımı
- Platon'un ideaların görünür şeylerden ayrı bir varlığa sahip olduğunu belirtmesi
onu metafizik bakımdan ikici (düalist) bir düşünür olmaya götürmüştür.
Böylece evren birbirine indirgenmeyecek iki ayrı yapıya bölünmüştür.
- Duyulur evren, zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiğinden onun
kesin bir bilgisine sahip olmak güçleşir. Oysa idealar dünyası görünür
dünyadaki şeylerin tamlığını bir yansıma şeklinde temsil eder. Görünürler
ideaların sadece sönük birer gölgesidir. Örneğin tek tek görünür
ağaçlardan bağımsız ama tüm ağaları temsil eden idealar dünyasında
bir ağaç ideası vardır ve bu ağaç, ağaçların kusursuz biçimini temsil
eder. Bu tanrısal yapıda değişmez bir özdür. Platon bu özlüğü "kendinde
varlık" olarak tanımlar. Örneğin tüm görünür güzelliklerin ardında onu
kusursuz biçimde temsil eden "kendinde güzel" vardır ve kendinden
başka bir şeye gerek duymayan ama güzel olan her şeyin de güzellik
nedeni olan değişmez varlıktır. Bu durum tüm nesneler için geçerlidir.
Güzelliğin kendi güzelliğini, güzellik ideasına borçlu olması, "varlık" ile
"var olan" arasında bir ayırıma gidildiğini ve var olanların kendi varoluşlarını
Varlığa borçlu oldukları genel düşünceye götürdüğünü gösterir. Bu
noktada Varlık, idealardır ve sonradan meydana gelmemiştir ve yok da
olmayacaktır. Görünür şeyler ise sonradan "ol"dukları için onlara "var
olan" denilmiştir.
- Bu düşünce biçimi esas olarak Parmenides'in "varlık" atfetti tüm özelliklerin
izlerini taşır. Zira Parmenides, evrendeki her şeyin tek bir varlıktan
ibaret olduğu farklı varlıkların oluşmuş olmasının ise duyuların bir aldatmacası
olduğunu ve sürekli tamamlanmaya çalıştıklarından dolayı değiştiklerini
ileri sürmekteydi.
- İdealar birer kendinde varlıktırlar. Zamana ve mekana bağlı olmadan,
değişimden bağışık, kendinden başka bir şeye gereksinim duymayan,
bu yüzden sadece akıl ile kavranabilen yapılardır. Duyulur nesneler, yani
var olanlar ise zamana ve mekana tabidir, sürekli değişirler, idealara
gereksinim duyarlar ve bundan dolayı da akıl yürütmeye gerek duymadan
duyulanma nesneleridirler ve varlıklarını özlerini meydana getiren
idealara borçludurlar. Herakleitos'un değişim dediği sürece tabiidirler.
Idealar İle Duyulur Evren Arasındaki İlişki Sorunu ve Demiourgos
- Platon, maddi yapıda olan duyulur/görülür şeyler ile maddi olmayan ve
sadece düşünce ile kavranabilen soyut idealar arasındaki ilişki sorununu
erken dönem eserlerinde duyulur nesnelerin idealara "katılmaları",
idealardan belli oranda "pay almaları", ideaları onları "taklit" etmeleri veya
ideaların onlarda "bulunmaları" şeklinde açıklamaya çalışmışsa da
yaşlılık döneminde sorunu tam anlamıyla çözmediğini görmüş olmalı ki
Timaios adlı eserinde Demiourgos adını verdiği düzenleyici Tanrısal gücü
öne sürmüştür.
- Demiourgos, özünde iyi bir varlıktır ve kelime anlamı olarak "el işçisi",
"zanaatkar" olan ve bir tür "evren mimarı" olarak düşünülmüştür. Demiourgos,
başlangıçta hiçbir biçime, renge, kokuya yani onu algılayabilecek
hiçbir vasfa sahip olmayan ve bundan dolayı da var olmama durumunda
bulunan kaotik durumdaki ilk maddeyi, idealara bakarak belli bir
biçime, renge, kokuya vs kavuşturmuştur. Evreni (insan ruhu da dahil)
belli bir amaç çerçevesinde (evreni iyi kılmak) belli bir forma (idealar) göre
biçimlendirmiştir.
- Timaios adlı eserinde, bütünlüklü bir evren tablosu çizer ve bunu üç temel
nedene dayandırır. Bunlardan ilki, idealardır. İkincisi idealardan bağımsız
ve henüz bir nitelik taşımayan kaotik durumdaki ilk madde; üçüncüsü
ise formlara bakarak kaotik ilk maddeyi şekillendiren ve onu insan
için algılanabilir kılan Demiourgos'tur. Bunların üçü de ezeli ve ebedidir;
yani sonradan meydana gelmemişlerdir ve yok olmayacaklardır da.
İyi İdeası
- Platon, Parmenides'in yaptığı gibi tek bir Varlık öne sürmek yerine, bir
varlıklar çokluğu (idealar) önermiştir. Bu varlıklar, yani idealar kendi aralarında
kusursuz bir düzene ve hiyerarşiye sahiptirler. Bu hiyerarşinin en
üstünde ise iyi ideası yer almaktadır.
- Eserlerinde idealardan öz (ousia), iyi ideasından ise öz ötesi öz (hyperousia)
diye söz etmiştir. Devlet kitabında ideaları duyulur şeylerin nedeni,
iyi ideasını ise diğer idealar da dahil evrendeki her şeyin en yüksek
nedeni olarak gösterilmiş, her şeyin iyi ideasından bir miktar pay aldığı,
her şeyin iyi ideasına yöneldiği, onun gibi istediği ve tanrılığını onda bulduğu
şeklinde bir görüş getirmiştir, bunun nedeni iyi ideasının diğer idealarda
ortak bulunuyor olmasıdır.
- Böylece iyi ideası, evrendeki her şeyin ontolojik özlüğü oluşturur (Platon'un
temel ontolojik tezlerinden biridir), iyi varlıkla özdeş tutulur ("İyi
varlıktır ve varlık iyidir"). Bu ontolojik yargı, Platon'un bilgi, varlık, ahlak
ve toplum anlayışına da yansır ve insanın özünün de iyi bir varlık olduğu
sonucuna götürür.
- Demiourgos'ın Tanrısal gücü ile İyilik ideasının tüm varlığın nedeni olarak
gösterilmesi bunlardan hangisinin Tanrı olmaya layık olduğu sorunu
gündeme getirmiştir. Platon'a göre Demiourgos ve iyi ideası Tanrısallığın
iki yönünü temsil ederler. Demiourgos, Tanrının etkin düzenleyici
(akıl ve ruh sahibi) yönünü, iyilik ideası ise değişmez formel yönünü
(durgun ve sabit) temsil eder.
- Platon, iyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirinden bağımsız düşünmez,
bilakis üçü arasında hiçbir fark görmeyerek üçünün de tek bir idea
olduğunu ve Varlığın en yüksek özlüğü olduğunu ifade eder (üçünü de
tek başına temsil eden iyi ideasıdır). Yani varlık, özü gereği hem iyi, hem
güzel hem de adildir. Bu görüş, zıt unsurların birbirinin yerini alırken adaletsizlik
cezasını da taşıdıklarını savunan Anaksimandros'a da bir cevap
niteliğindedir.
Şeylerin Ası! Doğası Olarak İdealar
- Sofistler ve Sokrates'e kadarki Yunan felsefenin çoğunlukla doğa araştırmalarına
yönelmesi ve bu yüzden de düşünürlerin doğa bilimcileri
(pyhsikoi) olarak adlandırılmasına yol açmış, Platon'un idealar öğretisinin
son kertede doğayı (physis) açıklamaya yönelmesi, bu durumu tekrar
felsefenin gündemine taşımıştır. Ancak Platon, kendisinden önceki
düşünürlerin görünür evren ve onun dayandığı hakikatlerden ibaret gördükleri
physisi, görünür evrenden tamamen bağımsız bir özelliğe sahip
olan idealarla değiştirmiştir.
- Platon sık sık "idea" sözcüğü yerine "physis" sözcüğünü de bu anlayış
bağlamında kullanır ve ideaları görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür.
- idealar kavranırlar, görünemezler.
- Duyulur dünyadaki her nesnenin ideasına yönelmesi ve ideasındaki
tamlığa ulaşarak tamamlanmaya çalışması, aynı zamanda kendi doğasına
doğru bir yöneliştir. İdealar, duyulur şeylerin varoluşlarının "nedeni",
"amacı" ve "yetkinliği/tamlığı"dırlar.
- Evrendeki her şey, doğası gereği son kertede iyiliği, Güzelliği, Adaleti
tek başına temsil eden İyi ideasına yönelmektedir.
- Dolayısıyla Platon'un varlık, ahlak ve toplum anlayışında bir şeyin iyi,
güzel ve adil olabilmesi için mümkün olduğunda ideasına benzemesi,
yani mümkün olduğunca doğasını gerçekleştirmesi düşüncesine dayanmaktadır.
Ruhun Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar
- Platon, ideaları duyular dünyasından tamamen ayırdığında, insanın bu
aşkın varlıkla nasıl temas kuracağı da gündeme geliyordu ki, bu durum,
idealar öğretisiyle birlikte, ruhun ölümsüzlüğü öğretisine yönelmeyi beraberinde
getiriyordu.
- Platon, benzer benzerle bilinebilir ilkesinden hareketle, ruhu da mümkün
olduğunca idealara benzer bir yapıya sahip şekilde ele almıştır.
- Ruh, maddeye oranla daha temel ve önemli bir varlık olarak görülmüştür.
Daha önce idealar dünyasında bulunan ruh, Platon'a göre tanrısal
bir nitelik taşır. Ruh sonradan yeryüzüne sürüklenmiş, kökünden ayrı
düşmüş ve bir bedenin içinde hapsedilmek zorunda kalarak alçalmıştır.
- Platon, maddi ve somut yapıdaki bedensel duyu organlarının, hiçbir
maddilik içermeyen soyut idealarla asla temas kuramayacağını, bunun
için insanı duyu organlarından farklı bir bilme yetisiyle donatmak gerektiğini
düşünüyordu, insanı ideaların bilgisini elde edebilmesini sağlayacak
bir nitelikle donatmak gerektiğinin farkındaydı. Hiçbir duyusal ve
maddi içerik taşımayan idealar, maddi yapıdaki duyu organlarıyla bilinemezdi.
Bunun için Platon, yapıca idealara benzeyen (ruhu, hiçbir zaman
idea olarak görmeyen ama idealar dünyasında yer alan) ölümsüz ruh
anlayışını idealar öğretisiyle eş zamanlı biçimde geliştirme gereği duydu.
- İdealara ve ruha yüklenilen özellikler aynıdır: ikisi de değişmezdir, yalındır,
ölümsüzdür ve tanrısaldır.
- Platoncu düzende ruha çok büyük işlevler yüklenmiştir. Çünkü ruh, idealara
mümkün olduğunca benziyor olmasından ötürü, ideaları kendisine
bilgi nesnesi haline getirmesine yol açar. İnsan ruhu ideaya en çok benzeyen
yapı olarak ve bundan dolayı da ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından
elde edilebileceği düşünülmüştür.
- Ruh, sonsuz olduğu için yapıca formlara benzer ama beden içinde bulunması,
zaman ve mekanda maddi olmasına da yol açar. Ruh, bu ara
konumundan dolayı idealar alemiyle insanın kültür, toplum ve siyaset
düzeni arasında bağlantı sağlayan bir köprü vazifesi görür.
- Ruh evrendeki tanrısal düzeni, kendisinde bulunan bilme yetisi sayesinde
yeryüzüne taşıyacak, iyi ideasını kavramasıyla sitenin ve yurttaşların
ideal düzene kavuşmasını sağlayacaktır.
- Ruhun bir başka işlevi ise duyulur dünyadaki şeylerin özünü, yani bilgisini
bize anımsatmadır.
PLATON'UN BİLGİ ANLAYİŞİ
Bilgi Anımsamadır
- Platon'a göre "Bilgi anımsamadır (anamnesis)". Yani önceden edinilmiş
olan saklı bilgilerin ruh aracılığıyla açığa çıkarılması, anımsanmasına
dayanır. Bunun gerekçesini ise inşa ettiği felsefi görüş olan idealar dünyasının
niteliği oluşturur. Zira Platon'a göre görünür dış dünyanın bilgisinde
biz şeylerin özünü bulamayız, çünkü dış dünya çoklu görünüme
sahiptir. Ama buna rağmen biz dünyayı, şeyleri değişmez teklik ya da öz
biçiminde algılarız. Örneğin yeryüzünde birçok ağaç olmasına rağmen
hepsine birden ağaç dememizin sebebi ağaçtan ağaca değişmeyen
özün (ousia) aklımızdaki varlığıdır. Görünür dünya sürekli deştiğine göre
bizdeki bu ağaç ideası nereden gelmektedir? Platon bunun cevabını
bu dünyadan önceki bir yaşama ve ideaların o dünyanın bilgisini bize
anımsatmasına bağlar.
- Platon, bilginin kaynağına ilişkin yargılarına Menon adlı diyalogunda "erdem
nedir" , "bilgi nedir?" sorularına cevap arayışının ve Sofistlerin bilginin
imkansızlığına yönelik tezlerini çürütmeye dayalı geliştirdiği son
aşamada "Bilgi, zaten önceden bilinen bir şeyin anımsanmasıdır" şeklinde
ifade ettiği bilmenin mümkün olduğunu kanıtlama sonucunda ulaşmıştır.
- Kesin bilgi (episteme) için ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da kanaat
ve ne de kanıtlanmış doğru sanı bir zemin oluşturabilir. Kesin bilgi (episteme)
ideanın bilgisidir, duyulur onanın ötesinde, doğuştan gelir ama
anımsanmaya muhtaç niteliktedir, idealara dayanmadan kesin bilgiye
ulaşılamaz, insan bu bilgiyi ise diyalektik yöntem yoluyla elde eder.
Diyalektik Yöntem
- Platon diyalektik yöntemi insan ruhunda saklı bulunan idea bilgisinin açığa
çıkarılması amacıyla ortaya koyar. Diyalektiğin nihai amacı idealar
düzenini kavramaktır.
- Düşünmeyi insan olmanın temel şartı olarak gören Platon, insanın yaşayabilmesi
için de görünür çokluğun bilgisini idealar denilen tekliğe indirilmesine
bağlı olduğunu, ideaların bilgisinin de karşılıklı birleşme, katılma,
karışma, pay alma ilişkilerinin kavranması ve anlamlı düşünme ile konuşmanın
temel şartı ile oluştuğunu savunmuştur. Bunu kavramının
yöntemini ise diyalektik olarak vermiştir.
- Diyalektik, biri "dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak"
(toplama-sunagoge), diğeri de "düşünceyi tabii eklem yerlerinden
ayırmak" (ayırma-diairesin) olmak üzere iki temel faaliyete dayanmaktadır
(Devlet Adamı adlı eser). Diyalektiğin şeyleri karışmış oldukları kaos
durumundan çıkaran ve onlara belli sınırlar tayin eden Nous'un faaliyetini
çağrıştırmaktadır.
- Platon'un diyalektik yöntemi Sofistlerin retorik yöntemi ile pek çok bakımdan
zıtlık gösterir. Sofistler şeylerin aldatıcı kopyası üzerinden yaptıkları
konuşmalarla dinleyicileri aldatabilmekteydiler. Oysa Platon'a göre
diyalektik, sözcüklerin ve nesnelerin ötesinde değişmez özü yakalamaya
çalıştığı için, bize değişmez olanın bilgisini sağlayacaktır.
- Diyalektik, duyulur şeyler üzerinden basamak basamak yükselen ve iyi
ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan bir süreçtir (örneğin insanın
tek tek şeyleri severek bunların ortasındaki ortak nitelikleri keşfetme
sonrasında Güzelin kendisine (ideasına) ulaşması. Bu durum Adalet ve
iyi için de geçerlidir). Bu yükseliş süreci Platon'un varlıklar ve bilgi konuları
arasında yapmış olduğu hiyerarşik sıralamaya dayanır.
Bölünmüş Çizgi Benzetmesi
- Platon Devlet adlı eserinde bilginin derecelendirilmesinden bahseder ve
"bölünmüş çizgi" benzetmesiyle bunu açıklamaya çalışır. Bu iki parçadan
biri görünen dünyayı, diğeri kavranan dünyayı (idealar) dünyasını
temsil eder. Sonra bu iki parça tekrar ikiye ayrılır. Bu dört parça aşağıdan
yukarıya doğru düşünüldüğünde, alttaki iki parça duyuların değişken
ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür-kavranan olanın
aydınlık dünyayı temsil eder.
- Bu ayırım içinde en üstte kesin bilgi (episteme) sağlayan idealar alanı
yer alır. Onun altında ise geometrik şekillerin ve sayıların alanı bulunur,
idealar saf akılla (nous) (diyalektik yolu ile) kavranabilirken, sayılar ve
geometrik şekiller akıl yürütme ile (zihinle-dianomia) (matematik yolu ile)
kavranırlar. Her iki yapı kesin bilgiyi (episteme) sağlar.
- Çizginin altında yer alan bölümde imgeler, gölgeler ve yansımalar yer
alır. Bunlar karanlık tarafı teşkil eder ve sanılardan oluşur. Bunlara ilişkin
bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Derecelendirme ile bunun
hemen üzerine inanç düzeyindeki bilgiyi (pistis) (insan ve doğa yapımı
nesneler, bitkiler, varlıklar ve sanat), inancın üzerine çıkarışı ve en üst
kısma da kavrayışı (us, akıl) koyar ki asıl kesin bilgi buradadır. Tahmin
ve inanç gerçek-kesin bilgi değildirler, sadece sanı (doxa) düzeyindedirler.
- Böylece Platon, idea ile akıl evrenini görünür evrenden bir de bilgi değerinin
düzeyi bakımından ayırmış olmaktadır.
Doxa (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken, episteme
ideaların kesin bilgisidir. Bu sıralamanın en üstünde yer alan iyi ideası
epistemolojik bakımdan (bilgi felsefesi) bilgi derecelerinin, ontolojik bakımdan
(varlıkbilimsel) varlık derecelerinin doruğunu oluşturur.
Platon bilgi nesnelerini taşıdıkları kesinlik düzeyine göre aşağıdan yukarıya
doğru sıralamıştır. En üstte idealar, onun altında sayılar ve matematik
nesneler, onun altında doğa ve sanat dünyası, onun altında ise gölgeler,
akisleri yansılar bulunur. İdeaların ve matematiğin bilgisi kesinlik
ve episteme olarak adlandırılır. Sanat ve doğa dünyasının bilgisi inanç,
gölgelere, imgelere ve yansılara dair bilgiler ise ancak tahmin düzeyinde
kalabilirler.
iyilik İdeası
KAVRANIR DÜNYA
idealar / Formlar
Matematik
DÜALİZM
Görünür Şeyler
(Sanat ve doğa)
GÖRÜNÜR DÜNYA
İmgeler-Yansılar
D. Noessis
(Kavrayış, Saf akıl)
C. Dianoia
(zihin-akıl yürütme)
B Pistis
(İnanç)
A. Eikasia
(Tahmin)
Episteme
(Kesin Bilgi)
Doxa (Sanı)
(Kaynak: http://100megsfree4.com/
Mağara Alegorisi (Benzetmesi)
- Platon, Devlet adlı eserinde varlık ile bjlgi felsefesinin ve felsefe tarihinin
en meşhur benzetmesini ve kendi düşünce sistematiğinin de özeti niteliğindeki
mağara alegorisi ile yapar.
- Kitapta yer altında bulunan bir mağaradan ve içinde başlarını sağa sola
ya da geriye oynatamayan insanlardan söz edilmektedir. Arkalarından
yanan ateş önündeki duvara kendilerinin ve ateşin önünden geçenlerin
gölgelerini yansıtmaktadır. Mağarada zincire bağlı olanlar sadece yansıyanları
gördüklerinden dolayı bunları gerçek gibi sanırlar. Tüm gerçeklik
duvara yansıyan gölgelerden ibarettir onlar için. Oysa zincirleri bir kez
çözüldüğünde ve dışarı çıktıklarında parlayan Güneşi görecekler ve gerçekliğin
kendisi ile temas kurmuş olacaklardır. Aslında dışarıda görünen
gerçeklik de Platon için bu benzetmeden yola çıkarak idealar dünyasının
yansımasına bir örnek olarak karşımıza çıkar.
- Benzetmede mağaradaki gölgeler görünür evreni, Güneş ise ideayı ve
en başta da iyi ideasını temsil etmektedir.
- Böylece Platon insanları zincirlerinden kurtulup görünür dünyanın ardındaki
gerçekliğe, yani idealar dünyasına ulaşamaya çağırmış olmaktadır.
Çünkü evren de mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve
ölümlü kopyasından başka bir şey değildir.
ÜNİTE 7 |
PLATON: AHLAK, TOPLUM VE SİYASET
ANLAYIŞI
Ünite ile ilgili bilgi:
Platon'un mutluluk ahlakı, erdem
anlayışı ruh anlayışı, ruh bölümleri ve iç düzeni ile toplum
ve site düzeni hakkında bilgiler içermektedir.
Arasınav
- |
Final-Bütünleme 5 I
PLATON'UN MUTLULUK AHLAKI VE ERDEM ANLAYIŞI
- Platon'un nihai amacı, insanların ve toplumun mutluluğudur. Ahlak anlayışı
da bu amaca yöneliktir. Bundan dolayı Platon'un ahlakı, bir mutluluk
ahlakıdır.
- Platon'a göre mutluluğun şartı iyi olmak (en yüksek idea olan ve tamlığı
ifade eden iyi ideasma), iyi olmanın şartı ise erdemli olmaktır. Ahlaklı olmak
iyi ve mutlu olmasına, erdemli olabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla erdemin
de ne olduğu ortaya koymak gerekir.
- Sofistler, mutlu bir hayatı, güçlünün gücünü dilediğince uyguladığı,
mümkün olan en yüksek hazları (hedone) elde ettiği bir hayat olarak görmekteydiler.
Onlara göre iyilik de, sağlık, zenginlik ve mevki gibi şeylerin
elde edilmesinden ibaretti. Platon ise ilk kez Gorgias adlı eserinde erdemin
ne olduğunu tanımlamaya gitmiş ve onu "ruhun düzeni" olarak tarif
etmiştir.
- Ona göre yalnızca ruhun değil, kendisinde bir erdemden söz edilebilecek
her şeyin erdemi, kendi düzeninden gelmekteydi.
- "Mutluluk" sözcüğünün Yunanca'daki karşılığı olan "eudaimonia" sözcüğünün
anlamı (kişinin iyi ve uyumlu bir daimona (eu-daimon) olması), Platon'un
mutluluğu da bir tür ruh düzeni olarak ele aldığını göstermektedir.
Kişinin daimonunun, yani bir anlamda ruhunun iyi ve uyumlu olmasını içindeki
her şeyin daimonu ile uyumlu olmasını ifade eder. Platon'a göre mutluluk,
iyilik ya da erdem, ruhun düzeninden başka bir şey değildir. Ancak
mutluluk dışarıdan gelmez, kişi kendi ruhunu düzenledikçe kendi iyiliğini
ve mutluluğunu çizmiş olur. Böylece ruh aynı zamanda erdemin doğası
anlamına gelecektir. Çünkü onu iyi ideasına yaklaştıracaktır.
- Erdem, doğruluk ya da adalet, insanın doğası gereği kendine en uygun
durumda olması, doğasına uygun işi görmesidir. Kendisine uygun işi yapana,
kendisine özgü işlevi yerine getirene, kendi amacına ya da iyisine
ulaşabilene erdemli denilmektedir. Dolayısıyla bir şeyin erdemi, o şeyin
doğasına ve doğasının gereği olan tabii amacına uygun olarak tanımlanmıştır.
- Ruhun düzeni ifadesinde anlatılmak istenen şey, ruhun parçalarının doğalarına
uygun durumda olmalarıdır.
PLATONUN RUH ANLAYIŞI VE RUHUN İÇ DÜZENİ
- Erdemin şartı olarak görülen "ruhun düzeni" ifadesi, ruhun çeşitli parçalardan
meydana geldiğini ve parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki içinde
olmaları gerektiğini ifade eder.
- Platon, Phaedrus eserindeki bir mitosta ruhu, biri siyah diğeri beyaz olmak
üzere iki kanatlı attan ve bir sürücüden oluşan bir at arabasına benzetir.
Bu atlardan beyaz olanı uysal iken ve talimatlara uyan iken siyah
at hırçındır, talimatların aksine hareket eder. Bu mitosa göre arabalarını
iyi idare edebilenler gökyüzünün en yüksek noktasına çıkıp idealara ulaşırlar;
kanatları güçlenir ve tekrar yeryüzüne inerler.
- At arabasındaki benzetme ve temsiller, ruhun üç parçalı yapısı olduğuna
götürür: Akıllı parça (to logistikon) (sürücü-kafa), yürekli-atılgan parça
(to tumoeides) (iyi huylu beyaz at-kalp) ve iştah duyan, arzulayan (itki)
parça (to epitymetikon) (siyah at-mide),
- Akıl parçası ölümsüzken diğer iki parça bedenin ölümüyle yok olup giderler.
- Platon, bu parçaların kendi sınırlarını bilmeleri ve doğal durumlarında olmaları
halinde, ruhta doğruluğun, adaletin ve erdemin gerçekleşeceğini
savunur.
- Ahlak, ruhun iştah ve arzularının mümkün olduğunca gemlendiği, ölçülü
bir yaşam anlamını almaktadır (bedenselin kontrol altına alınıp idealara
yönelmek).
- Akıl doğası gereği hükmetmelidir ve diğer iki parça doğaları gereği aklın
buyruklarına uymalıdır. Bu gerçekleşirse ruh, ahlaki yüksekliğe erişmiş
olacak ve doğasında doğuştan gizli bulunan idealann bilgisine erişmiş
olacaktır. Akıl; ruh, site ve evren düzeninde en yüksek düzenleyici ilkedir.
- Ruhta bir düzen kurulduğu vakit, bu düzen, site ve diğer tüm insani yapılardaki
düzen için de bir temel oluşturur. Ruhta akıllı parça, sitede filozof
ya da bilge, evrende ise tanrısal aklı temsil eden Demiourgos düzenin
meydana getiricisidir. Böylece Platon'un tüm felsefesi, aklı sonradan
meydana gelmiş olan her tür düzenin açıklayıcısı ve nedeninin kabulüne
dayanmış olmaktadır. Ruh, idealann düzeni ile site düzeni arasında
aracı konumundadır ve idealar düzenini yeryüzüne aktarmak işlevine
sahiptir.
PLATON'UN TOPLUM VE SİTE DÜZENİ ANLAYIŞI
- Yunanlılarda insan toplumsal bir varlık olarak görülürdü, dolayısıyla bireysel
mutluluk ancak toplumsal mutlulukla sağlanabilir düşüncesi yaygındı.
Dolayısıyla sitenin ahlaki bir düzene sahip olması ile mümkün olabilirdi
bu durum.
- Platon'un site düzeni anlayışı, "iyi, "doğru" ve "güzel" denen üç yüksek
değerin siteye hâkim kılınması esasına dayanır ve bu özelliğiyle siyasi
olmaktan ziyade, ahlaki bir görünüm sergiler. Platoncu toplum ve site,
zanaatkarlar, askerler ve yöneticiler olmak üzere üç toplumsal sınıftan
oluşur. Erdemli, doğru ve adil bir site, bu üç sınıfın sitede doğru biçimde
konumlanmasıyla, yani her parçanın kendi doğal konumuna göre hareket
etmesi ile kurulabilecektir.
- Bu üç sınıf, Platon'un toplum ve site düzenini ihtiyaçlara göre şekillenen
işbölümü gereksiniminin zorunlu bir sonucu olarak görür ve insan bedenindeki
organizmaların işleyişi ama aynı zamanda birbirine bağlı hareketlerine
benzerlik gösterdiğini de ifade etmiştir. Farklı organlar birbirinin
çıkarına hizmet etmek zorundadır. Her sosyal sınıf bu sayede, doğanın
verdiği mutluluk payını alabilirler.
- Platon'a göre erdem, sadece insan ruhunun parçalarının olmaları gerektiği
gibi düzenlenmelerinden ibaret değildir. Bir insanın erdemli olması,
aynı zamanda site içinde doğru biçimde konumlanmış olmasına bağlıdır.
- Platon, insanı hiçbir zaman mesleğinden bağımsız ele almamıştır. Sitede
her insanın doğal bir mesleği vardır ve bu mesleği icra etmekle yükümlüdür
(onun doğası odur). Böylece Platoncu site düzeni, sıkı bir
mesleki işbölümü düzeni haline gelmektedir. Aslında bu durum Platon'un
insanlar arasında doğaları gereği eşitsizliğin olduğu kabulüne çıkmaktadır.
- Platoncu devlet düzeni de mutlak eşitliği kabul etmez. Yunan dünyasının
geleneksel yasa yapıcılarının soy ya da servet esaslı düzenlemeleri yerine
Platon insan doğasının doğal yetenek ve eğilimlerini koyması, aristokrasi
görünümlü bir sistemi savunduğunu gösterir. Platon düşüncesine
herkesin belirli bir işi, alanı, doğal konumu vardır ve onun göre sadece
o işte iyi olmaktır. Yöneticilik de belli yeteneklere sahip kişilerin işidir (filozofların;
çünkü onların doğasında yönetmek vardır).
Sitedeki Sınıflar ve Başlıca Erdemler
- Platon, sitedeki üç sınıfla, ruhun üç parçası arasında doğrudan bir paralellik
kurar. Nasıl ki ruh için erdemlilik ruhtaki üç unsurun doğru düzeniyse,
site için erdemlilik de üç sınıfın her birinin kendine göre işlevini yerine
getirmesidir.
- Erdemin Yunanca karşılığı "arete"dir ve insanın kendi doğasına özgü işi
mümkün olan iyi şekilde yerine getirmesi düşüncesine dayanır. Herkesin
kendi doğal işlevlerine göre yer aldığı bir site, bilgedir, cesurdur, ölçülüdür,
doğrudur ve adildir.
- Yönetici sınıfın erdemi "bilgelik"tir (sophia). Yönetici sınıf bilge olursa bütün
site bilge olur. Asker sınıfının erdemi "cesaref'tir (andreia). Asker sınıf
cesur olursa tüm site csur olur. Zanaatkar sınıfın erdemi ise "ölçülülük"
tür (sophrosyne). Ruhun akıllı parçasının diğer parçaları kapsamasında
olduğu gibi ölçülülük de tüm sınıflar için gererli bir erdemdir (zevkleri
ve tutkuları kontrol eder).
- Platon, site düzeninin bütününü kapsayan başka bir erdem düzeyi daha
ortaya koyar ki doğruluk (aletheia) ve adaletten (dikaiosyne) oluşan bu
erdem site düzeni anlayışının yöneldiği en yüksek amaç olarak görülmüştür.
- Doğruluk ve adalet, toplumun tüm sınıflarını ilgilendiren genel erdemlerdir.
Yönetici sınıfın doğruluğu ya da adil olması bilgeliğidir. Asker sınıf
cesur olursa doğru ve adil olur. Zanaatkarlar da ölçülü bir yaşam sürmekle
doğru ve adil olurlar.
- Bunlardan başka bir de dindarlık (to osion) erdeminden söz edilmektedir.
Doğruluk insanlarla ilişkilerimizdeki adilliği kapsarken, dindarlık Tanrı
ya da tanrılarla ilişkilerimizdeki adaleti kapsar.
Filozof Kral
- Platon'un düzen anlayışının parçalar arasında bütünlüklü olmanın bir
gereği olarak, Ruhta akıl parçası, evrende Demiourgos ne ise, sitede filozof
kral da odur.
- Ona göre ideal sitede, ya filozoflar kraldır ya da krallar filozoftur. Bu söz
"ya güçlüler akıllı olmalı ya da akıllılar güçlü olmalıdır" anlamına gelmektedir
diyerek ideal düzenin güç ile aklın uyumlu birlikteliği olarak sunmuş
olmaktadır.
- Filozof kralın ödevi, ideaiarın tanrısal ve kusursuz düzenini temaşa etmek
ve bu düzeni sitede mümkün olduğunca uygulamaya çalışmaktır.
Bu sayede filozof kral, göksel düzenin yeryüzüne taşınmasında bir aracı
haline gelir. Filozofun iyi ideası ile kurduğu ilişki (ideaları kendi içinde
kavrayabilme yetisi filozofun doğasında vardır), aynı zamanda evren düzeninin
bütünüyle kurduğu temastır. (Platon'un, "doğa" sözcüğünden görünür
şeylerin ötesindeki ideaları ifade ettiği unutulmamalıdır)
Eğitim
- Platon'a göre site düzeni için en doğru başlangıç eğitimdir. Yurttaşlar
doğru biçimde eğitildiklerinde, tıpkı sudaki halkaların ilk halkadan düzenli
bir biçimde genişlemesindeki gibi, toplum ve sitedeki her şey de böylece
düzene girecektir. Bundan dolayı, Platoncu devlet, büyük bir eğitim
kurumudur ve yurttaşına ihtiyaç duyduğu ahlaki eğitimi verir.
- Nasıl ki site düzeni için en doğru başlangıç eğitimse, eğitim için en doğru
başlangıç da müziktir. Platon, bedenin eğitiminde dans ve jimnastiği,
ruhun eğitiminde müziği öne çıkarmıştır (Pythagorasçıların etkisi vardır).
İnsanın ruhuna müzikteki uyum ve ritim kadar iyi işleyen bir şey yoktur
ona göre. bu yüzden müzikal uyum ve ritimden, ideal site düzeni adına
mutlaka yararlanılmalıdır.
Devlet ve Yasalar Arasındaki Başlıca Farklar
- Platon, yaşlılık dönemi eserlerinden biri olan Yasalar'da, Devlet'teki katı
ve ütopik devlet anlayışını biraz esnetmiş, mülkiyeti kısmen kabul etmiş,
çocukların ve kadınların ortaklığı düşüncesinden vazgeçmiş, bir ya da
birkaç bilgenin yönetiminden ziyade kurulların yönetimini öne çıkarmış,
yurttaşları sınıflandırırken servetlerini ve gelirlerini de hesaba katmış,
daha geniş kesimlerin yönetime katılımını onaylamış ve site düzeninde
felsefe ya da dini ön plana çıkarmıştır.
- Devlet'teki üç sınıflı toplum yerine, yurttaşları gelirlerine ya da topraklarına
göre dörde ayırmıştır. Devlet'teki diyalektik vurgusu yerini din vurgusuna
bırakmıştır (dini eğitimi önemsemiştir).
Başlıca Rejim Türleri
- Platon ideal site düzeninin dayandığı ilkelerin yanı sıra bozuk ya da sorunlu
site düzenlerini de gündemine alıp incelemiştir. Yeryüzünde beş
çeşit insan olduğu gibi, beş çeşit de site, yani siyasi rejim olduğunu ileri
sürmüştür. Bunlar aristokrasi (az sayıda bilge yönetir), timarşi (savaşa
önem veren düzen), oligarşi (zenginler yönetir), demokrasi (herkesin
kendine göre davranması, düzen panayırı) ve uranlıktır (zorbalık-demokrasinin
özgürlük hırsından doğar). Bunlar, insan toplumlarının iyiden
kötüye doğru yöneldiği rejimlerdir (Devlet kitabında).
Yöneticilerin tutumlarına göre bu rejimler birbirlerine dönüşebilirler.
En kötü rejim olan tiranlıkta bile eğer tiran eğitime açık ve genç biri ise,
kolayca ideal rejime dönüştürülebilir.
ilerleyen dönemlerinde Platon, Devlet Adamı eserinde beş gücü, gücü
elinde bulunduranların sayısına göre üçe indirmiştir. Bunlar, tek adam
idaresi, küçük bir topluluğun idaresi ve çoğunluk idaresidir. Eserde tek
adamlığın kötü biçimi olarak tiranlığı, iyi biçimi olarak da krallığı gösterir.
Topluluk idaresinin iyi biçimine aristokrasi, kötü biçimine ise oligarklık
adı verilir. Demokraside ise sistem iyi de olsa kötü de olsa isim değişmez.
Platon'un siyasi rejim türlerine ilişkin değerlendirmeleri Yunan siyasi tarihinin
bir özeti gibidir. Ona göre en iyi yönetim biçimi yönetimin tek elde
toplanmasıdır.
•
ÜNİTE 8 |
ARİSTOTELES: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI 1
Ünite ile ilgili bilgi:
Aristoteles'in yaşamı ve yapıtları
ile varlık anlayışı, bilgi anlayışı ve mantık konusundaki
çalışmaları hakkında bilgiler içermektedir.
Arasınav
-
Final-Bütünleme 5
ARİSTOTELES'İN YAŞAMI VE YAPITLARI (M.Ö 384- 322)
- Platon'un öğrencisi, Büyük iskender'in hocasıdır. Platon ile birlikte Batı
düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılmıştır. Fizik, astronomi,
ilk felsefe, zooloji, mantık, politika ve biyoloji gibi konularda pek çok eser
vermiş ve bundan dolayı da felsefe tarihinde özgün yere sahip olmuştur.
- Atina'da kurmuş olduğu "Liseum" isimli okulun öğrencileri felsefi ya da
bilimsel meseleleri genellikle okulun avlusunda ya da yürüyüş yollarında
tartıştıkları için bu okulun mensuplarına "peripathetikler" (gezinenler) de
denmiştir.
- Eserlerinden önde geleni, mantığı konu edinen "Organon"dur. Aristoteles'ten
önceki felsefede önceleri doğa, sonra insanla ilgili pratik sorunlar
araştırılmış, Platon bunlara bir de diyalektik'i (idea öğretisi, metafizik)
katmıştı. Böylece beliren üç sorun alanının başına, Aristoteles şimdi yeni
bir bilim olan mantık'ı ( Logike) koyar ve Organon adlı eserinde bu konuya
değinir. Bu eser, Kategoriler, Peri Hermeneias (Önerme Üzerine),
I. Analitikler, II. Analitikler, Topikler ve Sofistik Çürütmeler adlarını taşıyan
altı kitaptan oluşmakta ve akıl yürütmelerin dayandığı ilkeleri kapsamaktadır.
- Metafizik adlı eserinde ise "ilk felsefe" olarak adlandırdığı varlık sorununu
ele almıştır. Doğayı incelediği Physika (Fizik), hayvanları ele aldığı
Peri ta zoa historia (Hayvanlar Üzerine), ruh sorununu ele aldığı Peri
Psykhe (Ruh Üzerine), ahlak sorunlarını ele aldığı Ethika Nikomakhea
(Nikomakhos Ahlakı), devlet ve siyaset sorunlarını ele aldığı Politika ve
Athenaion (Atinalıların Devleti), hitabeti ele aldığı Rhetorika ve sanat konularını
ele aldığı Poetika diğer eserleridir.
ARİSTOTELES'İN VARLIK ANLAYIŞI
Madde-Form İlişkisi
- Aristoteles, hocası Platon'un aksine ideayı ya da formu asla görünür
şeylerden arı düşünmemiş, onun görünür şeylerde içkin olduğunu savunmuştur.
Platon'un ideaları görünür dünyayı birbirinden ayıran ikici
(düalist) anlayışının tersine Aristoteles, gerçekliğin-hakikatin görünür evrende
olduğunu ve görünür olandan bağımsız bir başka hakikatin olmadığını
dile getirmiştir,
- Hocası Platon gibi gerçekliği forma, öze ya da ideaya yükler. Ancak ona
göre bu öz, görünür eylerin içinde gelişen bir özdür (ousia). Madde (hyle)
ile idea veya özün bir aradahğı birçok sorunu da beraberinde getirmiş,
Platon'un ideaların görünür şeylere nasıl varlık kazandırdıklarını "katılma,
"pay alma", "bulunma" ve Demiourgos isimli tanrısal araç gibi açıklamalarına
karşılık Aristoteles böyle bir aracılığa ihtiyaç duymamıştır.
- Madde ancak form sayesinde, formun kendisinde açığa çıkmasıyla gerçeklik
ve varlık kazanır. Form da kendisini ancak maddede açığa çıkarabilir
ve maddede kendini gerçekleştirir. Şu halde madde ile form arasındaki
karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi vardır.
- Aristoteles'e göre formun kendisinde henüz hiç açığa çıkmadığı, tam bir
gizillik (dynamis) içinde bulunduğu ilk madde/salt madde (henüz form
kazanmamış ama form kazanma gücü olan), henüz varlık ve gerçeklik
kazanmış değildir. Form, onda kendisini açtıkça, gizlilikten edimselliğe,
potansiyellikten aktüelliğe, dynamisten energeiaya döndükçe madde
gerçeklik ve varlık kazanacaktır. Oluş (genesis) denen şey gizil durumdaki
formun maddede edimselleşmesinden (imkan halinde olanın açığa
çıkması) başka bir şey değildir. Ağaç ideasında Platon'un yeryüzünde
farklı farklı ağaçların olduğuna yönelik olarak, her ağacın farklı ölçülerde
ağaç ideasından pay aldığını söylerken, Aristoteles, tikel ağaç arasındaki
farklılıkları özün veya formun tek tikellerde farklı ölçülerde edimsellemiş
olmasıyla açıklamış oluyordu (teklik-çokluk sorununa sunduğu
çözüm).
- Tek tek tikel varlıklar, maddedeki gizil formun edimselleşmesi sonucu ortaya
çıkar. Latince'de bu durum potentialiteden aktüaliteye, Yunanca'da
dynamisten energeiaya, Arapça'da ise kuvvetten fiile çıkma olarak ifade
edilir.
- Evrendeki her şey, kendi formunu veya özünü, mümkün olduğunca
edimselleştirmek, yani mükemmelleştirmek, tamamlanmak (entelekheia)
amacına yönelmiştir. Madde başlangıçtır, öz/form ise erektir (amaçtır)
ve kendi özünü gerçekleştirmeye yöneliktir. Entelekhia, her maddenin
taşıdığı içsel gizil formu edimselleştirmesi anlamında bir yasallıktır.
Hareket Etmeyen Hareket Ettirici: Tanrı
- Aristoteles'e göre Tanrı, hiçbir maddilik taşımayan ve bu yüzden harekete,
zamana ve mekana tabi olan salt form, salt edimselliktir. Tümüyle
edimselleşmiş, yani tamamlanmış, mükemmelleşmiş formdur. Bu özelliğiyle
Tanrı, kendisine yönelmiş bir düşünmeden ibarettir ve diğer tüm
şeylerin hareketlerinin nedeni olarak hareket ettiricidir.
- Tanrı, formun mutlak biçimi olduğu için mutlak gerçekliktir. Çünkü var olması
için kendisinden başka bir şeye gereksinim duymaz. Eksiksiz form
olduğundan evrendeki her varlık için nihai amaçtır. Bazen "salt düşünce"
veya "salt akıl" şeklinde de tanımlanmıştır, ilk hareket ettiricinin hareketsiz
olması gerektiğinden dolayı (Tanrı) hareketsizdir ve bu yüzden maddilik
de taşımaz.
- Aristoteles'in Tanrı'ya yüklemiş olduğu amaca yönelik form yasallığı,
varlık anlayışının teleolojik (ereksel-amaçsal) olduğunu gösterir.
Dört Neden Öğretisi
- Evrenin meydana gelmesine neden olan dört unsur: Madde, form/öz,
Tanrı ve amaç. Evrenin meydana gelmesinde diğer bir değişle Maddi
Neden, Formel Neden, Etker ya da Etkin Neden ve Erek Neden bulunmaktadır.
Sözgelimi bir mezar taşı için mermer, maddi nedeni, mezar taşının
formu ve biçimi formel nedeni, taşın mezarlıkta ölünün kimliğini belirlemek
için kullanılmak amacıyla yapılması amaç nedeni, taşı yontan
ve mezar taşını yapan kişi ise etker nedeni oluşturur.
- Evren ilk madde olan kaotik maddede mevcut olan gizil formun edimselleşmesi
ile varlık kazanmıştır. Evrenin meydana gelmesinde ezeli iki unsur
böylece madde ve form olarak karşımıza çıkar.
- Aristoteles, kendisinden önce evren konusundaki düşünceleri bir tarafa
atmamış, bilakis kendisine kadar biriken bütün bilgileri derleyip toplayarak
bütüncül bir öğreti geliştirmiştir. Örneğin doğa filozoflarının öne sürmüş
olduğu toprak, hava, su ve ateş şeklindeki maddi nedenleri benimsemiş,
Tanrı, gök cisimleri, ruh ve akıl gibi soyut yapılar dışında kalan
maddi şeyleri belirtilen maddi nedenlerden meydana geldiğini savunmuştur.
Diğer taraftan, Platon'un idealarını farklı bir yorumla da olsa evrenin
formel nedeni kabul etmiş, Anaksagoras'ın Nous'u ya da Platon'un
Demiourgos'u Aristoteles'te dört neden öğretisindeki etker neden olan ilk
hareket ettirici salt forma öncülük etmiştir.
Töz, İlinek İlişkisi ve Kategoriler
- Aristoteles sisteminde, evren düzenindeki ilk maddede (kaotik) hiçbir
form bulunmamaktaydı, dolayısıyla da hiçbir özelliğe ve bilinebilirliğe de
sahip değildi. Ancak salt madde, özü edimselleştirdikçe, yani varlık kazandıkça
bazı yüklemler alarak niteliklenir ve bizim konuşma, düşünme
gibi yetilerimize karşılık gelerek kavranırlar. Aristoteles şeylerin aldığı nitelikleri
kategoriler şeklinde 10 unsurda belirtir.
- Formun edimselleşmesi ile meydana gelen tüm varlıklar, kendilerini bize
daima belli niteliklerle, yüklemelerle sunarlar. Aristoteles bunlara kategoriler
demiştir. Töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, konum, iyelik, etkinlik,
edilginlik içinde dokuzu ilinektir, biri tözdür. İlinek, bir şeyin renk, koku,
şekil vb gibi değişken olan ikincil niteliklerdir. Bir şey hakkında konuşmamız,
yargılamamız, düşünmemiz bunlardan birine veya birkaçına
ilişkin olmaktadır.
- Töz, genel anlamda bir şeyi, o şey yapan özellik olarak tanımlanabilir.
Örneğin kalemi kalem yapan şey, tek tek tüm kalemlerde ortak bulunur
ve kalemlerin ilinekleri, yani biçimleri, renkleri, sayıları vs. değişse bile
kalem tözlüğü değişmez. Ama töz, asla ilineklerden ayrı var olamaz.
Daima belli ilineklerle beraberdir.
Doğa Düzeni ve Hareket
- Aristoteles'e göre doğa, harekete tabi olan maddi yapıların bütününü ifade
eder. Ona göre doğa araştırması, her şeyden önce hareket yasalarının
araştırılmasıydı.
- Evren anlayışı, Ay-altı alem, Ay-üstü alem ve sabit yıldızlar alanı olmak
üzere üçe ayrılır. Ay-altı alem, yeryüzüdür, her şey dört elementten yapılmıştır
(Empedokles'in hava, su, ateş ve topraktan oluşan dört nedeni)
ve doğrusal harekete tabidir. Yani hareketler bir noktada başlar başka
noktada biter (ölümlüdür). Dairesel hareket de merkeze doğru hareket
ve merkezden uzaklaşan hareket olarak da ikiye ayrılır.
- Ay-üstü alemdeki gök cisimleri ise esir denen bir maddeden yapılmışlardır
ve bu yüzden tanrısal nitelikteki değişmez dairesel nitelikteki harekete
tabidirler (Pythagorasçılardan beri dairesel hareket mükemmelliğin ve
tanrısallığın simgesi kabul edilmekteydi). Sabit yıldızlar alemi ise, tanrısal
olana en yakın alandır ve hareketini doğrudan tanrıdan aldığı için değişmezliğe
yakın mükemmellikte bir görünüm sergiler, yani hareket yoktur.
Bu, evren tablosu kendisinden sonrakileri etkilemiş, yaklaşık iki bin
yıl süren paradigma oluşturmuştur.
ARİSTOTELES'İN MANTIĞI VE BİLGİ ANLAYIŞI
- Aristoteles bilimleri üçe ayırmıştır:
1. Teorik bilimler: Bilgiyi, bilginin kendisi adına isterler (fizik, matematik, metafizik).
2. Pratik Bilimler: Bilgiyi bir erdem rehberi olarak alan ve hangi amaca göre
nasıl eylenmesi gerektiğini inceleyen bilimlerdir (politika).
3. Poietik bilimler: Üretim ile ilgilenirler, bilgiyi üretimde araç kılarlar ve bilginin
yararlı ve güzel bir şey yapmak için kullanırlar (müzik, resim, heykel, tragedya
gibi sanat dalları ile marangozluk, demircilik gibi üretime dayalı zanaatkarlar).
- Bunlar dışında bir de mantık bilimi vardır. Diğer tüm bilimlere yöntem
olarak uygulanmaktadır. Esası doğru akıl yürütmenin biçimlerini çözümlemek
ile ilkelerini ve kurallarını belirlemek oluşturur.
- Mantık, en genel ifadesiyle doğru çıkarımlar türetme yönetimi ki bunun
da iki biçimi vardır: tümdengelim ve tümevarım.
- Tümdengelim, genelden tikele, tümevarım ise tikelden tümele varan akıl
yürütme biçimidir.
- Geçerli bir akıl yürütme mutlaka kendiliğinden açık olan temel ilkelere
dayandırılmalıdır. Bu ilkeler üç tanedir:
1. Özdeşlik ilkesi: Her şeyin kendi kendisi ile özdeş olmasıdır (A, A'dır).
2. Çelişmezlik ilkesi: Varlık bakımından bir şey hem kendisi hem kendisi olmayan
olamaz aynı anda (A hem A, hem A olmayan olamaz).
3. Üçüncü halin imkansızlığı: Varlık bakımından bir şeyin kendisi hem kendisi
olmayan olabileceği, bunun dışında bir başka seçeneğin olmamasıdır (A,
ya A'dır ya da A olmayandır. Başka seçenek yoktur). Önerme bakımından düşünüldüğünde
ise bir önermenin ya doğru ya yanlış olacağını, üçüncü bir şıkkın
mümkün olmadığını ifade eder.
•
ÜNİTE 9
ARİSTOTELES: RUH, AHLAK VE SİYASET
ANLAYIŞI
Ünite ile ilgili bilgi:
Aristoteles'in ruh, ahlak, erdem,
toplum ve siyaset anlayışı hakkında bilgi
sahibi olmak.
Arasınav
Final-Bütünleme
ARİSTOTELES'İN RUH ANLAYIŞI
- Aristoteles, ruhun parçalarından ziyade farklı yetilerinden söz edilmesi
gerektiğini savunmuş ve ruh göçü öğretilerini eleştirmiştir. Ona göre ruhun
bedenden bütünüyle ayrılıp kendi başına bir yaşam sürebileceğini
düşünmek doğru değildir. Form ile madde, ruh ile bende daima birliktedir.
- Aristoteles, ruhu bir hareket ilkesi olarak görürken, maddenin hareketini
forma, bedenin hareketini ise ruha bağlar. Bundan dolayı ruh, beden hareketinin
kaynağı, bedenin nihai nedeni ve özü durumundadır.
- Aristoteles, bitkilerde ve hayvanlarda da ruhun bulunduğunu düşünmekteydi.
Beslenme ruhu, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda ortak olarak
bulunurken, duyusal ruhu (duyum ruhu) hayvanlarda ve insanlarda, akılsal
ruh ise sadece insanlarda bulunmaktadır.
- Akılsal ruh, edilgen akıl ve etkin akıl olmak üzere ikiye ayrılır. Etkin (faal)
akıl, soyut düşünmenin olup bitti ölümsüz bir yapı (bedenden ayrı, soyut
kavramları, tümelleri ve tanrısal olanı kavrar) iken edilgen akıl bedenle
bir arada bulunan ve duyular ya da algı yoluyla edinilen bilgilerin
toplandığı akıldır. Böylece insan, hayvanlarla ve tanrı arasında bir konumda
durur. İnsandaki bu ikili-çift yönlü yapı Aristoteles'in ahlak anlayışına
da yansır. Zira bu noktada teorik akıl ve pratik akıl şeklinde de bir
ayırıma gitmek mümkün. Matematik, geometri, metafizik gibi soyut disiplinlerle
ilgilenen teorik aklın tersine pratik akıl eyleyen insanın davranışlarına,
arzularına, istemlerine yön verir.
ARİSTOTELES'İN AHLAK VE ERDENİ ANLAYIŞI
- Aristoteles de hocası Platon gibi etik (ahlak) konusuna eylemlerin daima
bir erek (amaç) doğrultusunda bakar ve tüm insani eylemlerin son kertede
insanın iyiliği, mutluluğu amacına yönelmiş olduğunu düşünür. Mutluluk
anlayışı "mutluluk ahlakı" olarak adlandırılır.
- Ona göre iyi olma veya mutluluk, erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilir.
Erdem, insanın kendi amacına uygun durumda olması (kendi ereği
olan forma uygun davranması gibi), doğasına uygun eylemesi, ruhun
farklı bölümlerinin doğru biçimde hareket etmesi ve bedenin işlevlerini
uygun biçimde yerine getirmesine bağlıdır.
- Eylemin ahlaki değer taşıyabilmesi için gönüllü, bilinçli ve özgür biçimde
seçilmiş olması gerekir. Ona göre erdemli bir kişilik, insanın özgür seçimleri
ile daima erdemi seçerek ve bunu alışkanlık haline getirerek başarabilecek
bir amaçtır, iki tür erdemden söz eder: Etik erdemler, insanın
istemesinin ve seçimlerinin eğitilmesiyle oluşurlar ve gündelik hayattaki
eylemlerini kapsarlar. Dianoetik erdemler ise bilim, sanat, pratik ve
teorik bilgiler gibi akli uğraşlarla ilgilidirler.
- Erdem, insanın aşırılıklardan ve eksiklikten kaçınması, daima ortayı araması
ve onu tercih etmesidir. Erdem, tercihlere ilişkin bir huydur. Tercihlere
ilişkin olarak, aklı başında bir insanın, aklını kullanarak seçtiği ve
bizle ilgili orta olanda bulunma huyudur (korkaklıkla gözü karalık arasında
ortada olan cesaret gibi).
- Dianoetik erdemler ise zorunlu ve ezeli-edebi şeylerin bilgisi olan bilim,
şeyleri nasıl meydana getireceğimizin bilgisi olan sanat, bilimin kendilerinden
hareket ettiği ilk ilkelerin bilgisini veren sezgisel akıl, insan hayatının
amaçlarının nasıl sağlanabileceğinin bilgisini veren pratik bilgelik
ve sezgisel akılla bilimin birliğini ifade eden felsefi, yani teorik bilgelikten
meydana gelmektedir.
- Adalet konusunda ise adaleti iki ayrı anlamında kullanır:
1) Yasaya uygun olan: Adaletin tümel ve evrensel anlamıdır.
2) Doğru ve eşit olan: kendi içinde ikiye ayrılmaktadır:
a) Dağıtıcı ya da pay edici adalet: Sitenin ya da toplumun getirilerini, kazançlarını
yurttaşlar arasında adil biçimde pay etmeye dayanır.
b) Düzeltici adalet: Yurttaşlar arasında baş gösteren anlaşmazlıkların giderilmesi,
suçların cezalandırılması esasına dayanır.
ARİSTOTELES'İN TOPLUM VE SİYASET ANLAYIŞI
- Platon gibi Aristoteles de insanı toplumsal bir varlık olarak görmüş ve
onu daima yaşadığı toplumla birlikte düşünmüştür.
- Ona göre insanın kendi iyisine ve mutluluğa ulaşabilmesi ancak devlet
ve toplum yaşamı içinde mümkündür. Devlet de insanın mutluluğu için
vardır.
- Devlet de tıpkı doğada var olan şeyler gibi doğal bir varlıktır; çünkü insanın
doğal ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmuştur. Zira insan toplumsal
ve siyasal bir hayvandır.
- ideal site, nüfus ve toprak bakımından amacını gerçekleştirecek büyüklüktedir
ve çiftçilerden, zanaatkarlardan, zengin tüccarlardan, askerlerden,
din adamlarından ve yargıçlardan oluşur. Ona göre ideal toplumun
olmazsa olmazları olsa da çiftçilerin gerekli boş zamanları edinemeyeceklerini,
zanaatkarların ve tüccarların yaptıkları iş gereği erdeme yatkın
olmadıklarını savunarak bu üç sınıfın yurttaşlık hakkından mahrum bırakılmalarını
savunmuştur. Askerler, din adamları ve yargıçlar gerçek anlamda
sitenin parçalarıdırlar ve bundan dolayı da yönetimde söz sahibidirler.
Bununla birlikte köleliğin meşruiyetini de kabul etmiştir. Ancak o
dönemin koşulları da bu düşünceleri doğurmaya müsaittir.
- Devlet, büyük bir eğitim kurumu olarak yurttaşlarını akli ve ahlaki bir eğitimden
geçirir.
Siyasi Rejim Türleri
- Aristoteles, kendi çağındaki site düzenlerini çok iyi ve çok kötü olmak
üzere ikiye ayırır.
- İyi siyasi rejimler ona göre sırasıyla: tek bir adamın idaresine dayalı olan
krallık, birden çok ehil (bilge) ve asil kişinin idaresine dayalı olan aristokrasi
ve çoğunluğun idaresine dayalı olan politi rejimdir. Krallık yoziaştığında
tiranlığa, aristokrasi yozlaştığında oligarşiye, politi yozlaştığında
demokrasiye dönüşür. Böyiece üç iyi rejime karşılık üç kötü rejim sıralanmış
olur.
- Aristoteles krallığın ve aristokrasinin en ideal rejimler olabileceğini savunsa
da, bu rejimleri sağlıklı biçimde işletecek bilge yöneticiler bulmanın
güçlüğünden dolayı politiyi en gerçekleştirilebilir rejim olarak destekler.
Platon'un Devlet eserinde çizdiği idealist tabloya karşılık Aristoteles
nispeten gerçekçi siyasi öğretiler geliştirmiştir.