22 Temmuz 2015 Çarşamba

Etkili İletişim Teknikleri Özet

Bu bloğu ders notlarını tutmak için yıllar önce açmıştım ve 5. yılın sonunda Felsefe Bölüm'ünü bitirdim. Bu dersi normalde biz almamıştık. Özet çıkarttığımdan ve önemli bulduğumdan burada da paylaşmak istedim.

Bu ders notu aslında bu siteye yazılan son not diyebiliriz. İlk başlarda çok fazla emek vermiştim, fakat bu şekilde not tutmaya da eğer geçme gözüyle bakıyorsanız gerek yok. Ben daha çok anlayayım algılayayım diye not tuttum. Geçmekte istiyordum tabi.

Felsefe bölümü bence harika bir bölüm çok şey öğretiyor. Benim en çok ilgili çeken derslerden bir tanesi her zaman Psikoloji oldu. Sanırım her dönem bir tane psikoloji dersi vardı. En çok başarılı olduğum dersler bir tanesiydi.

Özetle ben bu bölümden çok şey öğrendim. Sadece geçmek için değil kendinizi geliştirmek içinde okumalısınız bence. Okuyup anlayamamakta var fakat. Hani bunu söyleme sebebim gerçekten 3-5 defa okuyarak anlaşılmaz olmasından ziyade sağlam alt yapıya bakıyor. Şunu da kabul ediyoruz felsefe dersleri tek okuyuşta  anlaşılması gerçekten zor zaman ve emek gerektiriyor. Bunları neden söylüyorum: mesela alenen evrim teorisinin öğretildiği bir bölümde felsefe facebook grubu üzerinden bağnaz tartışmalar dönebiliyordu.

Neyse burada yazmaya son veriyorum. Bu yazdıklarımda çok dar bir açıdan bir şeylerin irdelenmesi. Şuan pek vaktimde yok yazmak için. İlerleyen zamanda belki öğrendiklerimiz çerçevesinde sistemin eleştirisi yaparız. :)

ÖZET

Empati üç aşamadan oluşur. Bunlar: Birinci Aşama: Olayları karşımızdaki gibi algılamaya çalışmak • İkinci Aşama: Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak • Üçüncü Aşama: Kendisini anladığımızı karşımızdakine sözlerimizle, ses tonumuzla ve beden dilimizle ifade etmek. Hayatın merkezine kendimizi oturttuğumuz zaman başkalarının ya da başka yaklaşımların varlığını göz ardı etmek iletişim sorunlarına yol açar. Empati insanlara ben-merkezcilikten uzaklaşma şansı tanır. Empati gösteren kişinin özelliklerini ise şu biçimde sıralayabiliriz: • Beden dili, ses tonu, sözleri ve duyguları uyumludur. • Tüm enerjisi, karşısındakinin ne söylediğine ve “aslında ne söylemek” istediğine odaklanmıştır. Karşınızdakinin sadece sözlerini değil, ses tonunu ve beden dilini de göz önüne alarak duygularıyla ilgili ipuçları yakalamaya çalışın; başka bir deyişle, “satır aralarını okuyun”. Karşınızdakinin yaşadığına benzer deneyimlerinizi hatırlamaya çalışın. Kendinizin ya da aynı durumla karşı karşıya kalmış yakınlarınızın duygu ve düşüncelerini hatırlamak, karşınızdakini daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir. Algının Farklılaşmasının nedenleri: • Fizyolojik nedenler: Gözümüzün görebilmesi, kulağımızın duyabilmesi, beynimizin işleyebilmesi • Özgeçmiş: Deneyimlerimizin, algımızı etkileyecek derecede iz bırakmış olması • Kültürel değerler: Yorumlarımızı etkileyen kültürel bir birikime ve yargılara sahip olunması • Güncel duygu durumu: Gün içinde yaşamış olduğumuz bir olayın anlık tepkilerimizde ve algılarımızda etkili olması. • Çevresel faktörler: Sosyal bir varlık olan insanın, içinde bulunulan saptama ve yorumlamayı etkileyen dış çevredeki etmenler. Anlaşmak için dinlemek gerekir. Ama dinlemek kulağımıza çarpan kelimeleri duymak demek değildir. Dinlemek, önem vermektir. Dinlemek, bağlantı kurmaktır. Dinlemek, önem vermektir. Dinlemek, karşımızdakine hak vermek değil, ona önem vermektir. Etkin dinleme, karşımızdakini onaylamak ya da ikna olmak demek değildir. Etkin dinleme yaparak hala, • Karşımızdakini onaylamama özgürlüğüne sahibiz. • “Evet” ya da “hayır” diyebiliriz. • Söyleyecek sözümüz var demektir. Çoğu zaman iyi dinleyemiyoruz. Başarılı bir dinleme için vazgeçmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız var. İyi bir dinleme için düzeltmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız aşağıda sıralanmıştır: • Dinliyor Gibi Görünmek: Dakikada ortalama 150 kelime söyleyebiliriz; buna karşın, ortalama 500 kelime dinleyebiliriz. Bu durum, dinlemekten sıkılmamıza sebep olur. Sonuçta da büyük ihtimalle başka şeyler düşünür, hayal kurmaya başlarız. Bu tür bir alışkanlığımız bizim iyi bir dinleyici olmamızı olumsuz bir biçimde etkiler. • Seçmek: İyi bir dinleyici olmak için anlatılanları kaçırmadan genelini dinlemek gerekir. Ama sadece kendimizi ilgilendiren kısımları dinleriz. Çünkü doğamız gereği insanoğlu en çok kendisiyle ilgilidir. Bu da başarılı bir dinlemeyi olumsuz biçimde etkiler. • Prova Yapmak: Karşımızdaki kişi konuşurken, onu kesintisiz bir biçimde dinlemek yerine, konuşması bittiğinde ona verebileceğimiz cevabımızı düşünürüz. Karşımızdakinin söylediğine cevap ararken de dinlemeyi unuturuz. Aradığımız cevap, genellikle kendi bakış açımızı yansıtan bir tavsiye ya da ne kadar bilgili olduğumuzu gösteren bir kanıt içerir. Bu tür bir yaklaşım, etkili bir dinlemeye zarar verir. • Akıl Okumak: Karşımızdaki kişi konuşurken, onu yüreğimizi açarak dinlemek yerine, daha ilk kelimeden, cümlenin devamının nasıl geleceğini kestirmeye çalışırız. Genellikle bunu başardığımızı düşünür, düşündüklerimizde haklı olduğumuzu düşünür, karşımızdaki kişiyi dinlemeye değer bulmayız. Dolayısıyla bize anlatılanların bir kısmını kaçırırız. • Karşılaştırmak: Söylenenleri kendi başımıza gelen bir olayla ya da başkalarından duyduklarımızla karşılaştırmaya başlarız. Bu biçimde bir dinleme bizi anlamak noktasında başarısızlığa götürür. • Şüphelenmek: Konuşmanın başında karşımızdakinin “abarttığına”, “şımarıklık yaptığına” ya da “doğru söylemediğine” karar veriyoruz. Digger bir deyişle, önyargıyla yaklaşıyoruz. Bu da etkin bir dinlemenin gerçekleşmesi karşısında büyük bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Dinlemek, bağlantı kurmaktır. Dinlemek için iddialaşma, tartışma ve karşımızdakini yenme alışkanlıklarından vazgeçmeliyiz. Çünkü asıl ihtiyacımız, hayatımızı paylaştığımız kişilere üstünlük sağlamak değil, onlarla bağlantı kurmaktır. Çevremizde birçok insan vardır. Bunların bazıları empatik insanlardır. Bazıları ise empati gösterme becerisinden yoksun kişilerdir. Hakkında şöyle düşündüğümüz kişiler, empati göstermeyi bilen kişilerdir: • “Keşke onu daha once tanısaydım” • “Ben derdimi en iyisi gidip ona açayım” • “Keşke sohbet edecek daha fazla zamanımız olsa” Hakkında şöyle düşündüğümüz kişiler ise empati göstermeyi bilmeyen ve beceremeyen kişilerdir: • “Aman bunu duymasın, yine bir konferans dinleriz” • Ne zaman susacak, off…” • “Artık gitse de ben de kendimle başbaşa kalsam” Anlamak, üç unsurun başarılı bir biçimde bir arada tutulabilmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi, niyet, ikincisi bilgi ve üçüncüsü de gayrettir. Diğer bir deyişle, anlamak, niyet, bilgi ve gayret gerektirir. Once karşımızdakini anlama niyeti taşımalı, eğer bir çatışma varsa, bunu çözmek için gereken yöntemleri bilmeli, nihayet bunun için gereken gayreti göstermeliyiz. Etkili bir anlama süreci için bu üç unsur da tek başına işe yaramaz. Bunları birlikte hayata geçirebilmemiz noktasında ise iyi bir dinleme gerçekleştirmeliyiz. “Ben Dili”ni anlatmaya başlamadan önce sağlıksız dışa vurum yöntemlerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Kızgınlığımızı ifade ederken kullandığımız bazı sağlıksız dışa vurma yöntemlerinden bazıları şunlardır (www.enoctaacademi.com) : • Suçlu hissettirmek: İmalı yollarla karşımızdaki kişiye bizi neden mutsuz ettiğini ya da kızdırdığını suçlu hissettirerek anlatmaya çalışırız. • Akıl okumak: Karşımızdakinin “aslında ne demek istediğini” bildiğimizi zanneder, bunu ona öğretmeye çalışırız. • Tuzak kurmak: Karşımızdakini “açık konuşmaya” davet eder, o bunu yapınca da alınır ve bozuluruz. • Kaçınmak: Konuşmaktan kaçmak için uyumak, başka şeylerle meşgul olmak gibi davranışlar gösteriririz. • Ima etmek: Karşımızdaki kişiye neden kızdığımızı imalı yollarla belli ederiz, ama neden kızdığımızı söylemeyiz. • Eleştirmek: karşımızdakini hırpalamak amacıyla onun farklı davranışlarını eleştiririz. • Öç almak: karşımızdaki kişiyi önemsediği bir şeyden mahrum bırakma Dolayısıyla, kızınca kızgınlığımızı doğru kişiye, doğru biçimde, doğru düzeyde, doğru zaman ve ortamda ve doğru nedenden dolayı ifade etmeyi başarmamız gerekmektedir. Bu anlamda bize yardımcı olacak iletişim dili ise “Ben Dili”dir. Thomas Gordon’a göre, karşımızdaki kişilerle sorun yaşadığımızda, dikkati karşımızdakinin yanlış olan davranışlarına çekmekle sorunu çözemeyiz. Bu aksine, kişilerin savunmaya geçmesine neden olur. Böylece ortaya çıkan problemli durumla ilgili olarak kişiler, kendi payına düşen sorumluluğu almazlar ve soruna yönelik kendi katkısını doğru değerlendirmezler. İletişimde bunun yerine sorunun ne olduğu, sizin üzerinizde nasıl bir etkisi olduğu ve sonucunda nasıl bir durum ortaya çıktığı açıklanırsa, savunmaya geçme riski olmaksızın karşı tarafı işbirliğine çekmiş oluruz. Örneğin “sürekli sözümü kesiyorsun” , ya da “niye sözümü kesiyorSUN” , demek yerine, “sen benim sözümü kestiğinde (sorun tanımlanıyor), kendimi önemsenmemiş hissediyorum (sorunun sizde uyandırdığı DUYGU) ve bütün anlatma hevesim kaçıyor (sonucun ne olduğu)”. Görüldüğü gibi sorun yaşayan kişi, karşı tarafı suçlamadan, hangi davranışın onun üzerinde ne gibi etki yaptığı, onda hangi duyguyu uyandırdığını açıklamaktadır. Bu kişinin çatışma istemediği, işbirliğine hazır olduğu, dikkati duygulara çektiği, duygulara çekmekle, içini açtığı mesajlarını da vermektedir. Bu dostça, iyi niyetli ve güçlü bir ileti göndermek demektir. Bu “ben dili” tepkisi karşısında, sorunun nedeni olan kişinin de, güçlü bir uyarılma ile kendi davranışının karşı tarafı nasıl etkilediği konusunda iç görü kazanması ve haliyle çözüme taraf olması beklenir. Ancak her zaman ben dili ile ilerlemek, zamanla bu iletilerin gücünün zayıflamasına yol açtığı gibi, gönderen kişinin de yakınmacı, mızmız bir kişi durumuna düşmesine neden olabilecektir (Gordon, 1996’dan aktaran Taylı, 2010, s. 279). Ben" dili, kisinin o anda karsilastigi durum veya davranis karsisinda, kisisel tepkisini duygu ve düşüncelerle açiklayan bir ifade tarzidir. Duygu ve düsüncelerimizi içtenlikle ifade etmemizdir. Baskalariyla ilgili degerlendirme ve yorumlarimizi degil, kendi duygu ve yasantilarimizi açiklarlar. "Ben" mesajini duyan kisi, karsisindakine ne hissettirdigini ögrenir ve eger bu olumsuz bir duyguysa, kendi istegiyle davranisini değiştirir ya da degistirmez. Yani davranisinin sorumlulugu tümüyle kendine aittir. Suçlama olmadigi için "ben" mesaji ile gönderilen iletiler, genellikle gönüllü bir farkli davranma çabasina zemin hazirlayabilir. "Ben" dilinin en önemli yarari ise, karsimizdaki kisiye "ben böyle hissediyorum ama bu davranisin herkese böyle hissettirmeyebilir" anlamini içeren bir ileti gönderildiginden, onun suçlanmadan kendini gözden geçirmesine olanak tanimasidir. Çünkü kesinlik içeren yargilamalar karsisinda özellikle çocuklar, ne yapacaklarini bilemezler. “Baba çok kabasin! Her zaman sözümü kesiyorsun!” gibi “sen” mesajı yerine, “Baba, bir sey söylemeye baslayip da bir türlü sonunu getiremedigim zaman çok rahatsiz oluyorum” gibi “ben” mesajı verin. Daha etkili olacaktır.

15 Ocak 2012 Pazar

Orta Çağ Felsefesi Unite - 8 Francisco Suarez


  • Cizvitler hıristiyan dininin en etkili taikatlarından biridir 
  • Granada endülüs bölgesinde yer alan bir şehirdir. 
  • Francisco ortaçağın çok önemli bir kısmında buna paralel olarak pek çok filozofun üzerinde neredeyse anlaşmış olduğu konu varlığın (ens) tanımlanabilecek bir yapı olmadıığıdır. Bu kanaate varolmasındaki önemli neden varlığın en genel ve yalın bir kavrayış olmasıdır. 
  • Thomas Aquinas De Ente et Essentia (Varlık ve Öz hakkında) adlı önemli eserinde varlık hakkında şu belirlenimde bulunmaktaydı; Aristotoles'in Metafizik'İn beşinci kitabında dedigi gibi kendi başına varlığın iki anlamı olduğunu bilmek gerekir bir anlamıyla on kategoriye ayrılan varlık bir başka anlamıyla da önermelerdeki doğruluğu gösteren varlık. Bu iki anlam arasındaki fark şudur: ikincisinde kendisi hakkında olumlu bir önerme oluşturulabilen her şeye nesne bir kaşılığı olmasa bile varlık denir. Yoksunluklara ve degillemelere varlık denmesi işte bu anlamdadır. nitekim degillemenin bir karşıtı evetleme var ve göz körülük var deriz. Ama birinci anlama göre ancak gerçeklik alanında bir karşılığı olan şeye varlık denebilir bundan ötürü körlük ve buna benzeyen şeyler bu anlamda varlık degildir. Ne demek istiyosa artık.
  • Varlığın ikili ayrımı konusuna karşı çıkan anlayış ise duns scotus tarafından geliştirilmiştir. Dusn Scotus felsefesini takip edenlerin bulunduğu gruba gelenek içinde Scotistae adı verilmiştir. Bu grup Thomasçıların üzerinde durduğu ayrımı temel olarak benimsemişlerse de ayrımdaki özvaroluş çatışmasına azaltmayı tercih etmişler sorunu gerçeklikteki bir sorun olmak yerine daha çok biçimsel bir m konu olarak göreyi tercih etmişlerdir. Başka şekilde ifade edecek olursak onlara göre yaratılmış varlık gerçeklikte ancak formel olarak özden ayrı bir varoluş sergilemektedir. Dolayısıyla herhangi bir varolan kendi özüne ilişkin varolştan gerçekten ayrı degildir. Bu ikisi arasindaki fark bir tarz farkıdır.
  • Francisco basşlıbaşına bir metfizik incelmeyi kaleme alan ilk skolastik fizlozoftur.
  • Ondan önceki tüm skolastik filozoflar aristotoles'in metafizik adlı eserinin üzerine yorumlar kaleme alkmşlardır. 
  • Bu tür bir davranışın temel nedeni hemen heğsinin aristotoles'i gelmiş geçmiş ve gelecek filozoflar arasındaki en akllısı olarak kabul etmeleridir. 
  • MEtafizik bir bilimdir ve bu bilimin konusu veya nesnesi varlık olarak varlık şekilde ratif edilmektedir. (Ens qua ens)
  • Francisco gore eger metafizikççinin ilgi alanında hem maddi hemde maddi olmayan nesneler söz konsuysa o taktirde varlığın formek bir kavrayışının bulunması zorunludur. 
  • Thomas Aquinas'in gerçeklik alanında bir karşılığı olmayanın varlığından söz edemeyiz tarzındaki yaklaşım Franciscı tarafından kabul görmekz Ona greo varlık şuan da gerçeklik alanında yer almayıp bir zaman sonra yer alma potansiyeline sahip olanları da kapsamaktadır. Burada vurgulanması gereken öenmli bir özellik şudur. Francisco'ya gore aktüel varlık olası varlığın sadece belli bir durumunu ifade etmektedir. Başka kelimelerle dile getitecek olursa aktüel varlığın duruman bakarak bu durumun mümkün olanın sınırıfnı çizdiğini ileri sürmek anlamsız olacaktır. Bu yüzden francisco'ya gore gerçek varlığın aktüelleşmiş kısmından başka bir şey degildir. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse insan akllı bir hayvan olarak hayvanların sınırlı belli bir durumunu işaret etmektedir. 
  • Öz dediğimiz şey gerçekten varolmadığını sürece bizimona o sanki vamrış gibi yönekmemiz söz konusu olamaz. 
  • Bütün bir ortaçapda ve dolaysıyla skolastik felsefede ayrım yapılmadan kabul gören şey öz ve varoluşun tanrı bir ve ayrı olduğu düşüncesidir. Bununla birlikte onun  yarattıklarının varolma sebebi doğrudan doğruya özleri değildir. DÜnyadaki bütün yaratılmış varlıkların varolma nedenleri onları tanrı'nın yaratımış olmasıdır. Varoluşları bizzat kendi özlerinden kaynaklanmadığı içide yaratılmış olanlara aynı zamanda zorunsuz varlıklar da denmektedir. Bunun karşısında yer alan tarnri ise biraz önce dile getirmiş olduğumuz gibi zorunlu bir varlık olarak anlaşılmalıdır. 
  • Öz varoluş arasındaki ilişki sorununda temelolarak üç ana anlayış ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki Thomas Aquinas'in ikinci Duns Scatus'un görüşlerinin içermektedir. Üçüncü anlayış bir bakıma Suaresz 'in de benimsmiş olduğu yaklaşımdır. Buna göre öz ve varoluş gerçekten ayrılmış yapılar degildir. bunlar ayrılması haklarında ayrıymışlar gibi konusulmasınaın nedeni akuldadır. Başka bir şekilde ifade eilecek olursa varoluş ve özün ayrılması sadece düşüncede mümkündür. 
  • Suarez'e gore özün varolmak olan tek bir varlık vardır oda tanrıdır. Söz konusu olan skolastik felsefe olduğuna göre bu noktada tanrı kanıtlamasını tıpku Scatus'ta olduğu gibi ele almaktadır. Thomas Aquinas'ın yaptığı gibi kozmolojik bir kanıtlamaın uygun olmadığını düşünen Suarez'e gore dığa felsefsei içinde kalarak ve hareketi başlangıca koyarak tanrının varlığının kanıtlanmasına olanak yoktur. Bilindiği gibi Thomas Aquinas Beş yol adı verilen kanıtlamasınnın Francisco gore en zayıf tarafı her hareket ettireilen şeyin mutlaka bir başka şey hareket ettirildiği düşüncesiydi Ona göre böyle bir zorunluluk anlamsızdır. Etrafımızda pek çok şeyin kendi kendine hareket ettirdiğini görebiliriz dahasi gezegenlerde kaynağı kendilerinde olan bir hareketi sergilemektedir. Bu yüzden buradan hareketle tanrının varlığını kanıtlamak olanaksızdır. 
  • Herşey üretilmiştir. Bu ne yaman celiskidir deminden kanıtlanamaz demiyomuydun ibne françiz!.
  • Her üretilen bir başka şey yarafından üretilmiştir bu başka şeyde üretilmiş ise o zaman oda bir başka şey tarafından üretilmiştir Bu sonsuza kadar bu şekilde devam edemeyeceğinden br üreticinin en başta bunu bizzat kendi etki gücüyle gerçekleştirmesi gerekir. ÜRetilmemiş ama üreten yaratılamış ama yaratan varlığa bu şekilde ulaşabilirizi. 
  • Ona göre tanrı bir tanedir ve bunu da kanıtlamanın iki değişik biçimi bulunmaktadır. Bunlardan ilki pasteriori bir içeriğe sahiptir. Evrendeki herşeyin kendi içinde bir düzeni ve şeyler arasında da bir sıradüzeni bulunmaktdır Bunu idare eden bir güç olmalıdır ve bu da tanrı'dan başkası degildir. İkinci kabutlma da a priori nitelik taşır. Buna göre yukarıda da dile getirilen gibi tanrı evrendeki tek zorunlu varlıktır zira onun özü varolmaktır. Evrenin tümünde bu özelliği taşıyan ikinci bir varlığın bulunması olanaksız olduğundan tanrı tektir. 
  • Ona göre dogal yasa akılsal özellikleri olan yaratılmış bir varlıkta ezeli ebedi yasadan pay alma yoluyla ortaya çıkmaktadır. 
  • Auarez'e gore dogal yasa insandaki dpgru akıl olmakla birlikte yasa aklın degil iradenin bir eseridir. 
  • Öz varoluş arasındaki ayrımı ortaya koyması ve bunun sadece akılda ortaya çıktığını söylemsi onu elbette tümller tartışması içinde adçı kanata yaklaştırmaktadır. 
  • Francisco varlık terimini ikiye ayırarak anlamaya çalışır. Ens bazı durunlarda olmak fiilinin sıfat hali gibi kullanırlır bu türden kullanımıyla varlık varıolma eylemini sergiler bu durum aynı zamanda varoluş edimi anlamına da gelmektedir. Başka kelimelerle varlık gerçekten varolan anlamında düşünülür bunun dışında terim varlığa gelen veya varlıpğa gelebilecek olan özü işaret eder. yani bir gerçek özle birlikte olan şeyi anlatır. Dolayısıyla varlık sadece gerçekten varolanları degil fakat aynı zamanda varolsunlar veya olmasınlar kendinde gerçek varlıkları da içermektedir. bu ifadeden anlaşılması gerken varlık da mümkün varlıktır. 
özet olarak francisco nun ahval ve şeraitini hiç begenmedim. ben bu adamin soylediklerine calismayacagim bence sizde calismayin kafaniz gereksiz yere karışır. yinede çalışırsanız belki şirinleri de görebilirsiniz.

8 Ocak 2012 Pazar

Orta Çağ Felsefesi Unite - 7 Guillelmus De Ockham ve Nicolaus Cusanus

Guillelmus De Ockham
  • XIV. yuzyilin en etkili filozofu olan Ockham aynı zamanda en önemli mantıkçılardan birisidir. 
  • Incil daha sonrada Sententiae uzerine dersler verdi.
  • Ockham kendisinden önce neredeyse geneleneksel hale gelen tanrı kanıtlamaları ile tanrının nitelikleri konusunda Duns Scatus'un yaklaşımına karşıt bir tavır sergilemiştir. 
  • Aşagı yukarı Aristotolesçi bir çizgi üzerinde ilerleyen Ochgam'a göre akıl soyulama yaparak Tanrı'nın bilgsine ulaşamaz. Zira Aristotoles'te de olduğu gibi aklın birincil nesnesi maddi nesnelerin doğasi yani formdur.
  • Scatus Tanrı'yı mutlak üstün yetkin biricik ve sonsuz şeylerin etkin ve nihai nedeni olarak anlamıştır. Bununla birlikte OCkham'a gore insan aklı bu biçimde özellikle olan bir varlıkgı anlgılamak bakımından yetersizdir. CÜnki Tanri amddi bir nesne degildir.
  • Ockham Ordinatio II 9'da Tanrı'nın kendsine ve digerlerine yüklenebilir bazi ortak kavramlar sayesinde bizim tarafımızdan algılanabilecegi kabul etmektedir. Bu ne yaman celiski Ockham efendi!
  • Ockham Anselmus'un tersine Tanrı'ya ilişkin olarak insanda bulunan bir kavramın dolaysız bir şekilde ilahi özü yani Tanrı'ın özünü degil fakat onunla ilgili insandaki zihinsel temsilleri içerdigini düşünmektedir. Bu temsiller elbette dogrudan dogruya Tanrı'dan hareketle elde edilen kavramlar olmadıklarından bunların ilahi özü yeterince yansıtmadıkları açıktır.
  • Ockham'ın Duns Scatus'u tanrı anlayışı konusunda eleştirdiğini dile getimiştik. Bu eleştiri temel olarak şu şekilde oluşmaktadır: Ockham' gore Duns Scotus'un yapmaya calistigi sey kanitlma ortaya koyarken geriye dogru gitmektir. Bu geriye dogru gidiş belli bir benzerligin biribirini takip etmesinden baska birsey degildir. Bununla birlikte bütün bu dizinin içinde yeralan bireyselliklerin hepsinin birden nedeni olarak düşünülen etkileyici neden bu dizinin dışındadır. Başka kelimelerle dile getirecek olursak Scatus'un burada yaptığı şey bir kanıtlamada geri doğru giderken dizinin dışından bir şeyin o diziye etkilediğini ileri sürmektir. 
  • Ockhama gore ilkin ilahi sifiatlar ilahi yetkinligin bizzat kendisidir ve bundan dolayi da Tanrı'dan bütünüyle ayrılamaz bir yapı oraytya koymaktadirlar. Bu ilk anlamıyla tailahi sifatlarin Tanrı'da olduklarını söylemek doğru olmaz. Ockhama gore bunlar Tanrnın kendisidir. Bir diger anlamıyla ilhai sıfatlar tanr'ya yüklemlenebilen yüklemler imlerdir. Bu durumlarıyla ilahi sifatlarin kavramlar olarak düşünülmesi ve bizzat kendilerini yetkinleştiren özellikler olduklarını söylemek daha doğru olacaktır. 
  • Ockham bu ikinci türden ilahi sıfatların da gene üç farklı kategorde degerlendirilebileceğini düşünmektedir. Bu sıfatların bazıları ilahi özü mylak bir şekilde ve olumlu olarak imlemektedir. Bu gruptaki sifatlara akıl ve irade örnekleri verilebilir. Öteki kategori altinda  anilan sifatlar sadece ilahi özü degil fakat anı zamanda baska bir şeyin çağrıştırmaktadır. Bu türden sifatlara örnek olarak Yaratan ve Yaratıcı verilebilir. Son olarak olumsuzluk ifade eden sifatlar gelmektedir. Bunlar her ne kadar şeklen olumsuz iselerde amlamca olumlu bir özellik göstermektedirler. Butürden sıfatların hepsi birer kavram olmaları itibariyla birbirlerinden ayrıdır. Bu sıfatlarbizim tanrı hakkında konuşmamıza yardımcı olmaktadır ve hepsi deilahi özü işaret etmektedir.
  • Ona gore bilgi ikiye ayrılmaktadir Bileşik bilgi ve bileşik olmayan bilgi.
    • Bileşik olmayan bigiye ornek olarak Sokrates, İnsan ve ya beyaz verilebilir 
    • Birşik olan bilgiye ornek olarak Sokrates beyaz bir insandir ifadesinde olduğu gibi reimlerden oluşan bir önerme verilebilir. 
  • O halde bileşik bilgi bir önermenin bilgisidir 
  • Bileşik olmayan bilgi kendi içinde ikiye ayrılır
    • Sezgisel bilgi
    • Soyutlayıcı bilgi
  • Dogal bilgi dedigimiz bilginin olusmasi icin iki kanal bulunmaktadir Bunlardan ilki fiziksel yani duyulanabilir nesnelerin sezgisi ikincisi ise iskolojik etkinligin sezgisidir. 
  • Herhangi bir şeyin sezgisel bilgisi o şein varolup olmadığına ilişkin bilgi verir öyleki eger o şey varsa o zaman aklımız hemen şeyin varolduğuna dair bir yargıda bulunur ve apaçık bi eşekilde oşeyin var olduğunu bilir. Bireysel varoluşların tümü zihin dışında bulunmaktadır. Ortaçapda Thomas Aquinas ve Duns Scotus gibi kendisinden önce gelen düşünürlerin ortalama bir gerçekçilik izlediğini söyleyen Ockham'ın tümeller konusunda Porphyrios Osagoge'desorduğu sorular şu yanıtları verir.
    • Cinsler ve türler zihin dısında bulunamamaktadır onlar sadece zihindedir çünki onlar zihin tarafından şekillendirilmiş olan yönelimler ta da kavramlardır onlar şekilde im imledigi degidir. .......................................
  • Ockham tümellerin adlar veya terimlerden özdeş olduklarını savunmaktaydı. Ona gore teimler üç farklı biçimde olabilirler 
    • Zihinsel
    • Sözlü 
    • Yazılı
  • Terimler bir önermenin unsurlarıdır ve her bir terim zihinsel bir nesneyi işaret eder. Dil denilen şey kavramlara dayanan ve insanlar arasında ki uzlaşıma dayalı imlerden oluşan bir sistemdir. 
  • Terimleri iki ana kısımda  degerlendirebiliriz. 
    • Kategorematik terimler 
    • Sünkategorematik teimler.
  • Her kuğu beyazdır önermesindeki kugu ve beyaz kelimleri dogal veya uzlaşımsal bir şikilde bellibir nesneyi işaret etmektedir. Bundan dolayı bu tüden kelimelere kategorematik terimler denir. Bunlara aynı zamanda önermenin maddi özellikleri de denebilir. "Her" ve "dır" türünden kelimeler ise sadece kategorematik terimlerle ilgileri baglamında belli bir anlama sahip olabilirler. Bu yüzden bunlara sünkategorematik denir. 
  • Ockham ozellikle dil ve mantık konusunda son derecede geniş bir ufka sahiptir Onun bu dilsel ve mantıksal örgüde en önemli yere sahip olan terimlerle ilgili olarak brada dile getirilebilecekbir başka düşüncesi de "suppositio" anlayışıdır. En basit anlatımıyla sadece bir önerme içinde kullanıldığında bir yerime ait olan özelliktir. İnsan koşuyor ifadesinde insan terimi belli bir bireysel insanın yerine durmaktadır ve bu da bir kişisel suppositio örnegidir. Bununla birlikte insan bir türdür ifadesinde insan terimi basitçe kavramı işaret etmektedir ve bu da yalın suppositio olur. Bunun yanı sıra terim ne tür ne de akıllı bir canlı yerine geçmiyorsa yani insan yeriminde beş harf vardır ifadesindeki insan da maddi suppositio olarak anlaşılmadır. 
  • Ockham aynı konuda yalın ve karmaşık açıklamalarla karşı karşıya kaldığımızda bunlar aynı açıklama düzeyine sahip oldukları sürece daima yalın açıklamaları yeğlememiz gerktiğini savunmaktadır. Bu tarzda bir davranış aracılıyğla Ockham sahte açıklamalarınönünü kesmekte ve açıklamaya ferçekten katkı sağlama yetenegi olmayan unsurerı eleme yolunu tercih etmektedir. Bu yaklasıma fesefe tariginde Ochgam Usturası adı verilmiştir. 
  • Ockham gore aklak aklın ve baska zihinsel kosulların dikte etmesi sonucunda belirlenen iradenin gucunu uyhun dusen insani eylem bicimidir. Bu davranısların eylem tarzlarinin tek amaci iyiliktir. İylik herhangi bir seyin olmasi gerektigi gibi olmasidir. 
  • Bir baltanin bir agaci kesmesi onun kendine ilişkin işlevini yerine getirmesi dolayısıyla da iyi bir şey yapmasi anlamına gelmektedir Benzer bicimde fizik dünyadaki varolanları hepsi birden tanrı'ın iradesine upuygun bir sekilde varolduklarından onların hepsi birden hem iyidir hem de iyiyi arzulamaktadır.
  • Dünyadaki hersey elbette Tanrı'nın iradesine uygun bir sekilde yaratılmıstır. 
  • Tanrıyı algılayamaz çünkü tanrıo maddi bir nesne degildir. Ama tanrı dışındaki şeylerden soyutlamalar yaparak bir tanrı kavramı elde edilebilir. 
  • Ockham'a gore dünyadaki varolanların varolışlarını koruyan bir koruyucu nedenden söz edilebilir. Tanrı bu tür bir koruyucu olduğunu söylemek üretici olduğunu söylemekten daha ikna edicidir. Orckham'a gore semavi cisimlerin dünya üzerindeki etkilerini tecrube edilebilir. ama tanrı etkilerini tecrube etmek mümkün degildir. Ama tanrı ilahi sıfatlarını kullarak onun hakkında bilgi edinmek mümkündür.
Nicolas Cusanus
  • Ortaçağın son filozofu olarak tanıtırken bazılarda adcılık ile Yeniplatınculuğu o güne kadar denenmemiş bir tarzda birbirine baglayan kaynaştıran bir dahi olarak kabul etmektedir. Bazı yazılarda onunla ilgili şu çarpıcı soruda dile getirilmektedir. Antiklerin sonuncusu muydu yoksa modernlerin ilki mi?
  • Nicolas Casanus on besinci yuzyulun en parlak dusunuru olmakla kalmaz aynı zamanda kilise devlet adamı matematikçi kanun yapıcı ve diplomat olarak da one cikan bir isimdir. Bu yüzden pek çok farklı alanda çok sayıda yapıt ortaya çıkarmış birisidir. 
  • De Docta Ignoratia adlı yapıt esas itibariyle üç ana kitaptan oluşmuştur. 
    • Birinci kitap maximum absolutus (Mutlak sınırısızlık) veya Tanrı ile ilgilidir. 
    • İkinci kitap sınırsız kendini açması sonucunda ortaya çıkan evreni ele almaktadır. 
    • Üçüncü kitap ise daha çok ilahiyat konusularına egilmete ve isa ile ilgili bir sorgulama gerçekleştirmektedir. Biraz önce belirttiğimiz gibi ilk kitaptaki masimus Tanrıdır. 
  • Maximus her şey oldugundan onu aşabilecek onun sınırlarının ötesinde varolma imkanı bulabilecek herhangi bir varoluştan söz etmek mümkün degildir. Dolaysıyla yapıttaki ana konu Maksimus'un evrendeki varoluş ile olan ilgisi ve bu ilginin bilinip bilinemeyecegi sorunudur. Baskakelimelerle dile getirecek olursa Casanus bu yatında hakikat Tanrı ve insan arasındaki ilişkiyi degerlendirmektedir. 
  • Eskilerin bu kadar kuvvetli bir şekildedikle getirdiklerinden sonra Casanus'a gore bzimde ilk iş olarak cehaletimizi bilmemiz gerekir başka şekilde dile getirecek olursak Casanus artik sıranın bilmediğiimizi bilemeye geldiği söylemektedir. Şayet cahaletimize ilişkin bilgimizi bütünüyle elde edebileirsek o zaman çğrenişmiş cehalet denilen duruma yükselmemiz işten bile olmayacaktır. Böylelikl einsanlar bilgisizliklerini ne kadar fazla belirlerse o kadar fazla öğrenecekleri şey olduğunu farkedeceklerdir. 
  • Casanus en yüksek derecedeki cehaleti öğrenme ile ilgileneceğini söyler bu da sınırsızın kavranışı ile ilgili olduğundan ona maksimus adını verir. Maksimus kendisinden daha büyüğü olamayan demektir. 
  • Insanin tanriyi tanimasi Isa'nin vahyi araciliyla gerceklesmektedir. Evrende çeşişkilerin birliginden kaynaklanan bir uyum vardır. Evrenin bir sınır çevresi olmamakla birlikte sınırsız da degildir. Evrenin bir sınırlayıcı çevresin bulunmadığından merkezi yoktur.Dünya da diger gök cisimleri gibi hareket eder. En öenmli saptamalarından biri de hareket  ile mekan arasinda izleyen açısından göreli bir ilişki oldugudur. 

7 Ocak 2012 Cumartesi

Açık Öğretim Fakültesi Felsefe Bölümü 2. Sınıf Final Bütünleme Soru ve Cevapları

http://dl.dropbox.com/u/12640072/files/aof-felsefe-2-sinif-gecmis-donum-final-butunleme-sorulari.rar
adresi üzerinden geçmiş yıllara ait Açık Öğretim Fakültesi Felsefe Bölümü 2. sınıf final bütünleme soru ve cevaplarına ulaşabilirsiniz. 2006 ila 2011 yillari arasi sinav sorulardır içersinde bulunan dersler soyle:

  • Antropoloji
  • Epistemoloji
  • Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi
  • Felsefe
  • Metafizik
  • Ortaçağ Felsfesi
  • Yurtdaşlık ve Çevre Bilgisi
Burada tüm dersleri ayrı ayri derleyip paylaşıma sunan hedefaof.com adresine tesekkur etmek gerekir.